Scream and Scream Again – Gordon Hessler (1970)

“Hiçbir şey hissetmezseniz, örneğin acı gibi, vücudunuz ve ruhunuz sınırsız bir güce kavuşur”

Kurbanlarının kanını emen bir seri katil, bir Demir Perde ülkesinden zalim bir subay, çılgın bir doktor ve cinayetlerin sırrını çözmeye çalışan polisin ve bir doktorun hikâyesi.

Düşük bütçeli korku, gerilim ve bilim kurgu filmleri ile tanınan American International Pictures şirketinin bu tür “ucuz” filmler ile tanınan yönetmen Gordon Hessler tarafından yönetilen bir eseri. Peter Saxon’ın adını kullananan yazarlardan biri (“pulp fiction” türünde romanlar yazan birden fazla yazarın ortak olarak kullandığı bir isim bu) olan Stephen D. Frances’in “The Disoriented Man” adlı romanından uyarlanan film hayli dağınık, tutarsız ve kelimenin her anlamı ile ucuz bir çalışma. Romanı sıkı sıkıya takip eden ama romandaki “uzaylı” kısmına senaryosunda yer vermeyip bunun yerine “komünistleri” koyan film ilgiyi en çok bu ucuz tuhaflığı ile hak ediyor; bir de elbette bu tür filmlerin gedikli oyuncuları Vincent Price, Christopher Lee ve Peter Cushing’in varlıkları ile.

Baş oyuncularından Vincent Price’ın yıllar sonra verdiği bir röportajda senaryosunu kendisinin de hiç anlamadığını söylediği bir film karşımızdaki. Saxon’ın romanından senaryoyu yazan Christopher Wicking’in çalışması nerede ise filmin ilk üçte ikilik bölümünde birbirinden bağımsız ayrı filmleri paralel olarak seyrediyorsunuz havasını yaratıyor. Bu farklı filmler daha sonra pek de ikna edici biçimde olmasa da birbirine bağlanıyor elbette son bölümlerde ama yine de o duygu içinizden çıkmıyor açıkçası. Doğrudan gösterilmeyen ama ima edilen işkence sahneleri, David Whitaker’ın varlığını hep belli eden müziği (bu arada 1960’ların Galli rock grubu Amen Corner’ın bir gece kulübü sahnesinde film ile aynı adı taşıyan güzel şarkılarını seslendirdiklerini de belirtelim) ve onca farklı karakter ve birbirinden bağımsız görünen hikâyeleri ile tuhaf ve aynı zamanda kafa karıştırıcı bir film bu. Yönetmen Gordon Hessler’in zumlardan aşırı yakın planlara kadar kimi oyunları da filmi ayağa kaldırmaya yetmiyor ama öte yandan tüm genel tuhaflığın da uyumlu bir parçası oluyor.

Jeneriklerde ismi gösterilen ilk oyuncu olan ve doğal olarak başrolde olan Vincent Price’ın ilk yarıda nerede ise hiç görünmediği film bir ana karakter(ler)e de sahip değilmiş gibi duruyor ve seyirciye ne anlatmak/göstermek istediğini de uzun süre ifade edemiyor. Kimi sahneleri epey hızlı geçen, buna karşılık filmin en çekici bölümlerini oluşturan ve Hessler’ın da yönetmen olarak varlığını nihayet hissettirdiği takip bölümünü oldukça uzan tutan ve buna benzer tutarsızlıklarla dolu bir film bu. Senaryo hikâyeleri ve karakterleri toparlamakta o denli zorlanıyor ki bu uzun takip sahnesi sırasında diğer tüm hikâyeleri ve karakterleri unutmanız bile mümkün. Tüm rakiplerini omuzlarının hemen altındaki bir damara basarak (en azından öyle yaptığı hissi veriliyor) öldüren komünist subay (filmde bu Doğu Bloku ülkesinin adı hiç verilmiyor), takip sahnesinin sonunda birden bire ortaya çıkan çılgın doktor ve çok değerli bir “eli” çalmaya gelen bir hemşirenin hırsızlığını yapmaya -herhalde kendisinin kim olduğunu hatırlayalım diye- üzerindeki üniforması ile gitmesi gibi tuhaf karakterler ve olaylarla dolu bir film karşımızdaki. Bilim kurgudan casusluğa, polisiyeden korkuya, gerilimden hatta erotizme (arabanın vites kolu üzerinden hissettirilen fallik sembol vs.) kadar uzanan film en çok ucuz tuhaflıklardan hoşlanan seyircinin ilgisini çekmeye aday bir yapım ve konusunu birden fazla “X-Files” bölümünün -ama tutarsız ve egzantrik bölümlerinin- bir karması olarak nitelemek mümkün. Özetle sinemasal kalitesi için değil ama çılgın tuhaflıkları için ilgi gösterilebilecek bir film bu. Kaldı ki Price, Cushing ve Lee gibi bu tür filmlerin üç büyük isminin çok az ortak sahneleri olsa da birlikte oynadıkları bu tek film meraklılarının zaten dikkatinden kaçmayacaktır.

(“Çığlık Çığlığa”)

(Visited 113 times, 1 visits today)