“Kurşunların ikincisi yüreğimde; o da aşkım gibi çıkmadı içimden”
Osmanlının Balkan savaşlarını kaybettiği ve orada kalan Türklerin acılar çektiği dönemde yaşanan bir aşkın hikâyesi.
Türkiye sinemasının klasiklerinden biri. İhsan İpekçi’nin romanından uyarlanan film, bu romanı çok seven Yeşilçam’ın yaptığı üç sinema uyarlamasından ikincisi. Romandan aldığı güçle ortalama bir Yeşilçam senaryosundan hayli yukarılarda bir kalitesi olan ve Sadık Şendil’in yazdığı hikâyeyi Ertem Eğilmez aksiyonu, romantizmi ve dramı dozunda ve bir arada tutmayı başararak aksamayan bir sinema dili ile anlatıyor. Kimi diyaloglarda kendisini gösteren zorlamalar bir yana, baş rolde Selda Alkor’a eşlik eden Kartal Tibet’in (arada aksasa da) keyifli oyunu, zengin yan kadrosunun başta Münir Özkul olmak üzere başarısı ve becerilmiş temposu ile bu film vasatın hayli üzerine çıkmayı başaran bir çalışma.
İhsan İpekçi’nin romanı ilk kez 1946’da İpekçi’nin senaryosu, Ferdi Tayfur’un yönetmenliği ve Cahide Sonku ve Suavi Tedü’nün oyunculukları ile uyarlanmış sinemaya. 20 yıl sonra çekilen bu ikinci ve ilki gibi siyah-beyaz olan uyarlamanın ardından, 1971’de Ertem Eğilmez tekrar el atmış konuya ve yine Sadık Şendil’in senaryosu eşliğinde ve bu kez Kartal Tibet’in yanına Hülya Koçyiğit’İ koyarak renkli olarak çekmiş üçüncü uyarlamayı. Kısa bir geçmiş – kısa bir günümüz – uzun bir geçmiş – kısa bir günümüz olarak özetlenebilecek bir akışı olan film birbirini ölesiye seven iki insanın neden kavuşamadığını anlatıyor uzun geri dönüşü sırasında. Filmin de en başarılı (belki tek başarılı demek daha doğru) bölümü olan bu geri dönüş dışındaki diğer bölümler Türk sinemasının hemen tüm hastalıklarını taşıması ile dikkat çekiyor; açılış örneğin, jenerikle birlikte ve o denli paldır küldür bir girişe neden oluyor ki rahatsız olmamak mümkün değil. Diğer kısa bölümler de diyalogların zorlanması ve abartının dozunun kaçması ile dikkat çekiyor. Yine de bu bölümlerde bile bir sinema duygusu yaratmayı başarmış Eğilmez. Kapanıştaki “karanlığa karışma” örneğin kesinlikle etkileyici. Filmin başarısı ise temel olarak uzun geri dönüş bölümüne dayanıyor. Sadık Şendil’in sözlerini yazdığı ve Şekip Ayhan Özışık’ın bestelediği “Senede Bir Gün” adlı meşhur şarkının bolca eşlik ettiği film bu bölümde aksiyonun heyecanını ihmal etmeden hem güldürmeyi hem ağlatmayı başarması ile dikkat çekiyor.
Aşıkların ağaçlara isimlerini kazıması gibi kötü alışkanlıkların olduğu, gerçekçiliği sorgulamaya hayli açık olan bir şekilde aşıkların pek de çekinmeden ortalıkta el ele, hatta sarmaş dolaş gezip dolaşabildiği bir dönemde ve yerde birbirlerine aşık olan iki insanın yıllara yayılan ölümsüz aşkını çekici kılan ilginç bir şekilde en az asıl hikâyenin trajikliği kadar erkek karakterin “zalim Bulgarların” elinde hapishanede geçirdiği bölümlerin gerçekçiliği oluşturuyor. Gardiyanların Kara Murat filmlerindeki Bizans hapishanelerinden fırlamış gibi görünen kıyafetleri ve abartılı oyunları bir kenara bırakılırsa, bu bölümler hem filme sıkı bir aksiyon duygusu kazandırıyor hem de Münir Özkul’un da aralarında bulunduğu mahkum arkadaşların “acılı esprileri” ile seyredeni eğlendiriyor. Taş ocağında acımasız koşullar altında çalıştırılan mahkumların görüntülerine beklenenden çok daha fazla yer veriyor Eğilmez ve adeta hikâyeyi bir kenara bırakıp Sovyet döneminden bir politik filmin üslubuna bürünerek sömürülen işçilerin hikâyesini anlatmaya soyunuyor. Kamera bir tepede sıra ile ve zincirlere bağlı olarak yürüyen bu adamları gösterirken veya onların bedenlerinde ve yüzlerindeki acılara odaklanırken o dönem Yeşilçam sinemasından beklenmeyecek bir iş yapıyor açıkçası.
Uzun geri dönüşün finalindeki seyircinin göz yaşlarını sonuna kadar talep eden yüzleşme ve sondaki sonsuzluğa karışma sahnesi ile melodramını, dublör kullanımını gerekli kılmış aksiyon sahneleri ile heyecanını, “Biz Türkler zora gelmekten hoşlanmayız” gibi diyalogları ile milliyetçi ruhlara seslenmeyi ve “Kendi haline bırakalım; öteki dünyanın yolunu kendisi de bulur” gibi diyaloglar ile esprisini eksik etmeyen film temel olarak çok farklı bir hikâye anlatmıyor (sonuçta kavuşamayan aşıklar var hikâyede sadece) ama yine de kendisini seyirlik kılmayı başarıyor. Türk ailenin Bulgar subayın işlediği cinayeti öğrendikleri sahne gibi açıkça kötü çekilmiş anları olsa da Eğilmez filmini vasatın üzerine çıkarmyı başarmış özetle. Filmi seyrettikten sonra Zeki Müren’in sesinden filmle aynı adı taşıyan ve taş ocağı sahnesinde mahkumların direnişinin sembolü de olan şarkıyı dinlemek keyifli olabilir ve tavsiye edilir.