Suspiria – Dario Argento (1977)

“Açıklamaya çalışmamın bir faydası olmaz, anlayamazsın. Her şey o kadar saçma, öyle olağandışı ki! Tek yapmak istediğim buradan mümkün olduğunca çabuk uzaklaşmak”

Bale eğitimi için Almanya’daki bir dans okuluna gelen Amerikalı bir genç kadının kendisini korkunç cinayetlerin ortasında bulmasının hikâyesi.

Dario Argento’nun yönettiği, senaryosunu Argento ve Daria Nicolodi’nin birlikte yazdığı bir İtalyan yapımı. Argento’nun “Le Tre Madri – Üç Ana” adlı üçlemesindeki ilk film olan yapıt (diğerleri 1980 yapımı “Inferno – Cehennem” ve 2007 yapımı “La Terza Madre – Gözyaşlarının Annesi”) 2018’de Luca Guadagnino tarafından yeniden çekilmiş ama Guadagnino kendi filminin orijinalinin kişisel bir yorumu olduğunu ve Argento’nun filmini yeniden çekmenin imkânsız olduğunu söylemişti. Gerçekten de çok kendine özel bir film Argento’nun çalışması; görselliğinden müziğine hikâyesinden oyunculuklarına her unsuru ile ilgiyi hak eden, farklı bir sinema eseri olarak özellikle de türün meraklıları için kesinlikle görülmesi gerekli bir film bu. Kanın ve kırmızının egemen olduğu atmosferi ile tam anlamı ile bir kült.

Argento’nun sık sık iş birliği yaptığı İtalyan progresif rock grubu Goblin ile birlikte hazırladığı ve hikâye boyunca devamlı karşımıza çıkan gösterişli, gerilimli, gürültülü ve vurgulu müziğin eşlik ettiği açılış jeneriği ile başlıyor film. Fısıltılar, anlamlı / anlamsız ve zor duyulan sözler de barındıran müzik filmin ayrıksı yanlarından sadece biri. Argento bu “melodi”leri tam anlamı ile sesi sonuna kadar açarak getiriyor kulaklarımıza ve doğrudanlığı hayli fazla gösterişi ile, aynı havadaki görsellikle uyumlu bir atmosfer yaratıyor. Kanın ve zaman zaman hassas yüreklere dokunacak sertlikte görüntülerin egemen olduğu görsellik 1970’lerin modası zumların da kullanıldığı biçimi ile etkiliyor izleyiciyi ve Argento hiçbir fırsatı kaçırmıyor hikâyenin korku ve geriilim ögelerini diri tutmak için. Açılış sahnesinde Amerikalı genç kadını masum yüzü ve tüm narinliği ile havaalanında gösteriyor bize Argento ve kırmızı renkleri filmin genelinde olduğu gibi bolca kullandığı (yolcu çıkış kapısı, bir kadının kıyafeti, bir reklam panosu vs.) bu sahnede filmin içerik ve biçimini çok iyi özetleyen bir şekilde kahramanımızı havaalanının dışındaki yağmur ve fırtınanın ortasında bırakıveriyor. Evet, fazlası ile klişe görünebilir bu sahne ama filmin bugün bir kült kabul edilmesini sağlayan da Argento’nun bu tercihleri olmuş gibi görünüyor. Evet, ucuz ama çarpıcı bir giriş bu. Ses efektlerinin de önemli bir parçası olduğu bu “ucuzluk” ilk cinayet sahnesinden (aniden açılan pencere, dışarıda rüzgârda sallan kıyafetler, karanlıkta parlayan yeşil gözler, kırılan camdan içeriye uzanan bir el ve defalarca bıçaklanan bir vücut, tavandan bir ipin ucundan sarkan bir beden vs.) itibaren karşımıza çıkıp duruyor tüm hikâye süresince.

Dans okulundaki hizmetlilerin “çirkinliği”nin onların tekinsizliğinin bir uzantısı olarak kullanılmasının da Argento’nun ve aslında 1970’lerde bolca çekilen bu türden filmlerin “kaba sembolizm”inin örneklerinden biri olduğu filmin (ve takip eden diğer iki filmin) hikâyesini İngiliz Thomas de Quincey’in “Suspiria de Profundis” (Derinlerden Gelen İç Çekmeler) adlı kitabından esinlenerek yazmış Argento. Ünlü sinemacı senaryoyu yazarken dans okulunun öğrencilerini on iki yaşından küçük kız çocuklar olarak düşünmüş ama yapım şirketi ve yapımcı (kendi babası Salvatore Argento) bu derece sert bir hikâyede çocuk karakterlerin kullanılmasının tepki çekeceğini düşünerek bunu ret etmişler. Ne var ki yönetmen sonuçta filmde genç kızları kullanmış olsa da senaryoyu ve diyalogları pek değiştirmemiş ki bu da oyuncuların zaman zaman çocuksu davranış ve konuşmalar içinde görünmesine neden olmuş. Bir parça tuhaf bir durum bu elbette ama açıkçası filmin farklılığının da bir diğer örneği ortaya çıkmış böylelikle. Filmin hemen tamamen sessiz çekilmesi ve farklı milletlerden olan oyunculara dublaj yapılması ise bu farklı havanın pek de olumlu bir sonuç yaratmayan örneklerinden. Hikâyeye zarar veren bir yapaylığa ve kendinizi dublaj stüdyosundaymışsınız gibi tuhaf bir duygu içinde hissetmenize yol açıyor bu durum.

Başlardaki ilk cinayetin kurbanının kimliği konusunda kafa karıştıran kurgu ve görsellik bilinçli bir tercih mi bilmiyorum ama pek çok seyircinin bir süre yanılmasına neden olan bir sonuç yaratıyor Argento’nun seçimi. Okuldaki Alman öğretmenin adeta bir Nazi subayı sertliğinde çizilmesi ve bu şekilde oynanması ise bir yandan klişelere yaslanmak gibi dururken, diğer yandan hikâye ile uyumu ve klişenin akıllıca kullanımı nedeni ile filme katkı sağlamış görünüyor. Hikâyenin kurbanlarının kadınlar olması ve Argento’nun onların gençliklerinin ve dansçı zarafetlerinin boyutunu artırdığı masum ve zayıf görünümlerini kanın egemen olduğu sertlikle birlikte kullanılması da filmin önemli yanlarından biri. Kana bulanan bir beyaz gecelik veya yatakhaneye dönüştürülen egzersiz odasında kızların yataklarını çevreleyen beyaz örtülerin kırmızı ışıklarla aydınlatılması gibi örnekleri olan görsel anlayış Argento’nun bir başka filmde fazlası ile doğrudan görünebilecek “tehlike altındaki masumiyet” imasını çekici kılıyor. Setlerde ve dekorlarda zaman zaman geometrik figürlerin öne çıktığı film Argento’nun bir örneğini, kör adam ve köpeğinin bir gece vakti boş bir meydanda yaşadıklarını gösterdiği sahnede sergilediği korkuyu perdede güçlü ve cazip bir şekilde yaratma becerisine de tanık olduğumuz bir çalışma.

Oyunculukların fazla köşeli ve genellikle idare eder düzeyde olduğu filmde yaşananlardan hayli ürken kahramanımızın okulu terk etmemesinin inandırıcı bir açıklaması olmaması gibi gerçekçilik problemleri de bulunuyor. Quincey’in yanında bir diğer ilham kaynağının senaristlerden Daria Nicolodi’nin büyükannesinin anlattığı bir hikâye olduğu film 1970’lerden gelen bir korku klasiği ve zayıf yanlarının çoğunu da bir çekicilik kaynağına dönüştürmeyi başarmış bir çalışma. Sevmediğiniz ve rahatsız olabileceğiniz bölümlerini bile unutmayacağınız, görüntü yönetmeni Luciano Tovoli’nin başarılı kamera açılarının dikkat çektiği, doğrudanlığı ile sizi ele geçiren ve başta kırmızı olmak üzere parlak renkleri ile önemli bir film bu.

(Visited 169 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir