Taçsız Kral – Atıf Yılmaz (1965)

“Buralarda yaşayamayacağımı anladım. Benim tozlu sahalarım, Galatasaray, sen… dönüyorum”

Türk futbolunun taçsız kralı Metin Oktay’ın hayat hikâyesi.

Safa Önal’ın senaryosu, Atıf Yılmaz’ın eli yüzü düzgün yönetmenliği, dönemin üç güzel genç kadını (Ajda Pekkan, Gönül Yazar ve Ayten Gökçer) ve elbette kendisini oynayan Metin Oktay ile bir futbol/futbolcu filmi. Safa Önal’ın kendisi ile nehir söyleşinin yapıldığı “Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti” kitabında aktardığına göre sessiz ve zeki Metin Oktay’a anlattırdığı hayat hikâyesinden oluşturduğu senaryo ile çekilen film, kuşkusuz Galatasaray taraftarları için olduğu kadar, yine Önal’ın ifadesi ile “fizik yapısı da karakter yapısı gibi ciddi, kendisine ve dünyaya karşı saygılı, yakışıklı, güler yüzlü ve müthiş insan” Oktay’ın tüm hayranları için çekici olabilecek bir çalışma.

Telif hakkı diye bir kavramın Türk sinemasına henüz uğramadığı ve özellikle yabancı müziklerin hoyratça Yeşilçam filmlerine yedirildiği bir dönemde çekilen film Alain Barriere’nin “Ma Vie” şarkısı başta olmak üzere yine pek çok “aşırılmış” ve diyalog olmayan hemen her anı yerli yersiz dolduran müziklerle bezeli bir çalışma. Seyirciye ne hissetmesi gerektiğini abartı kelimesinin hafif kalacağı bir şekilde kullandığı müziklerle dikte eden film bu anlamda Türk sinemasının diğer örneklerinden farklı değil elbette ama hikâye boyunca ya diyalog ya da müzik kullanımı ile nerede ise tek bir sessiz anın bırakılmaması rahatsız edici oluyor zaman zaman. Safa Önal’ın senaryosu ise kuşkusuz anlaşılabilir nedenlerle ve yukarıda adını verdiğim kitapta anlatıldığına göre Oktay’ın ama ondan da çok eşinin hassasiyeti nedeni ile bilinmeyen herhangi bir öğe içermiyor; peşindeki kadınlardan İzmir günlerine, önüne dökülen bir çanta parayı Galatasaray’ı bırakmamak için reddetmesinden sağlam karakterini vurgulayan diğer örneklere, film Oktay’ın hayatının düz ve kronolojik bir anlatımı sadece. Zaten filmin yaratıcılarının da başka bir derdi yok. O dönemde kariyerinin zirvelerinde gezinen Metin Oktay’ın varlığı, gerçek maç görüntüleri ve bu görüntülere biraz eğreti şekilde eklenen çekimler ve güzel kadınlar onlara ve filmin gördüğü ilgi düşünülürse seyirciye yetmiş anlaşılan. Gerçek görüntülerdeki Galatasaray taraftarlarının tezahüratları diğer takımların fanatik taraftarlarını normal koşullar altında rahatsız edecek kadar çok ama söz konusu kişi Metin Oktay gibi herkesin saygı gördüğü bir isim olunca, bunun çok da önemli olmadığı rahatça söylenebilir kuşkusuz.

Bu filmden önce 1959’da Lefter’le birlikte “Gönül Kimi Severse” adlı filmde ve çok küçük bir rolde yine kendisini canlandıran Metin Oktay burada biraz acemice oynuyor ve özellikle vücut dili ile çok da rahat olmadığını hissettiriyor ama ne gam! Sonuçta o Metin Oktay ve kaldı ki onun masum ve sevimli gerçek karakterine de uyuyor bu oyunculuk! Filmin oyunculuk alanındaki asıl isimleri çocukluk aşkı rolündeki Ayten Gökçer (o zamanki soyadı ile Kaçmaz) ve Oktay’ın mahalleden abisi ve kariyerinde büyük yararı olan eski futbolcu rolündeki Erol Taş. Ajda Pekkan tüm sinema kariyeri boyunca olduğu gibi burada da vasat ama güzel, Gönül Yazar ise kendisinden beklenen vamp ama iyi yürekli kadın rolünü çok da rahatsız etmeden yerine getirmiş. Hikâyede Oktay’ın etrafındaki üç kadının sadece rolleri açısından değil ama kadının erkeğin yanındaki yerini sembolize etmeleri açısından da ikincil karakterleri canlandırdığını belirtelim. Ayten Gökçer çocukluktan bu yana Oktay’a aşık ve yıllarca onun tarafından bir kız arkadaş olarak görülmeyi bekleyen ve sonunda muradına eren masum genç kızı oynarken, Gönül Yazar fedakâr vamp kadını canlandırmış ama elbette kaybetmeye mahkum bir rolde. Belki Pekkan güçlü “İzmirli” kadın olarak erkeğinden bağımsız bir kadına hayat vermiş ama o da kaybedenler arasına katılarak “cezasını buluyor” hikâyede.

1960’ların İzmir’inden karşımıza gelen görüntüleri, elbette İzmir’in simgelerinden Asansör’ü, kendilerini oynayan Turgay Şener’den Gündüz Kılıç’a, Candemir Berkman’dan Naci Erdem’e ve ünlü amigo Karıncaezmez Şevki’ye Türk futbolunun kimi sembol isimlerini perdeye taşıması ile tam bir nostalji duygusu yaşamaya da uygun olan film hikâyesindeki gelişmeleri sinemasal açıdan sorunlu olan (birden ortaya çıkan ve mucize sonucu kaybolan kalp rahatsızlığına ne gerek vardı örneğin, hele de bu rahatsızlığın Eroş Taş karakteri ile yapılan sıkı antrenmanlar sonucu kaybolduğunu düşünürsek) bir çalışma ama bunun söz konusu olan kişi Metin Oktay olunca, bir teferruat olduğu açık! Umarım bir gün Türk sineması sadece Metin Oktay’ı değil onunla birlikte bir başka Metin’i, Metin Kurt’u da sinemasal özellikleri de seyre değer bir film içinde anlatmayı dener.

(Visited 301 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir