Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları – Ahmet Hâşim

Ahmet Hâşim’in ilk kez 1928 yılında İkdam gazetesinde yayınlanan denemelerini (“Bize Göre” başlığı altında yer alan bu denemeler, gazetedeki yazılarından Hâşim tarafından seçilenleri içeriyor) ve 1928 yılında Paris’e yaptığı bir yolculuğun gezi notlarını (“Bir Seyahatin Notları” başlıklı bu bölümdeki yazılar da önce İkdam gazetesinde yayımlanmış) içeren kitabı. Nuri Sağlam ve M. Fatih Andı tarafından hazırlanan kitap “eleştirel basım” ifadesi ile basılmış ve bunun da temel nedeni yazıların gazetedeki hâlleri üzerinden Hâşim’in kitabı hazırlarken yaptığı değişiklikleri de kapsaması ve girişte Sağlam ve Andı’nın doyurucu ve eleştirel bir tanıtım yazısının yer alması.

Hâşim’in gazetedeki denemeleri oldukça kısa ve çoğunlukla ironik bir üslupla kaleme alınmış, çok farklı konulara değinen yazılar. Kitaptaki ilk yazı olan “Gazi” başlıklı denemede, 1928 Eylül’ünde Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk ile yapılan bir görüşmeyi anlatırken, ondan “alevlerden coşkun bir nehir”, “fikirler kaynağı baş” veya “o efsanevî başı yakından görmem” gibi ifadelerle bahsederek Atatürk’e olan hayranlığını anlatan Hâşim, diğer yazılarında o dönemde Türkiye’de hızla moda olan kürk alışkanlığını eleştirmekten “çalışan kadının çekiciliğini yitirmesi” üzerine ironik, hatta kara mizah tadı taşıyan satırlar yazmaya, Havana sigarası ve kahveden sonra esnemesinden ilham alarak esnemek üzerine düşünmekten eleştirmenlerin/eleştirinin gerekliliğini vurgulamaya kadar uzanan farklı alanlarda çalışmış. Tüm kudretine rağmen sakin bir denizin insana boyun eğmesini, aşk ile evliliği veya tahtakurusu ile aslanı kıyasladığı ve ilkini neden ikincisinden daha cesur ve üstün gördüğünü anlatan keyifli yazıların da yer aldığı bu derlemede diğer tüm yazıların aksine, şiirlerindeki sembolizme yakın duran ve en hoş yazılardan biri olan “Ay” gibi parçalar da var.

1928 yılının Eylül ayında İstanbul’dan vapurla çıkılan ve Napoli ve Marsilya’da geçirilen kısa sürelerden sonra Paris’teki günlerle sona eren yolculuktan izlenimler var kitabın ikinci bölümünde. “Yabancı memleketlerde seyahat eden adam, üzerinde aynı ehemmiyette üç şey taşır: Canı, kesesi ve pasaportu.” diye yazan yazar Paris’in ve Paris kadınının insanı sarhoş eden havasına bolca değindiği notlarında o dönemin sanat akımlarından (Dadaizm, Kübizm, Fütürizm ve Sürrealizm) Paris’in hızla gelişmesine ve bunun sonuçlarına (trafik problemi gibi) kadar uzanan farklı alanlardan bahsediyor okuyucuya ve bu notlarında “fevkalâde maceralar” okumayı bekleyip, bunu bulamadığı için hayal kırıklığına uğramış olabileceklere orada bir Amerikalı turist gibi gezmediğini (kendileri için hazırlanmış turistik görüntülerin peşine düştüklerini söylediiği bu turistler için şöyle diyor: “Amerikalı seyyah, gezdiği dünyanın hiçbir tarafını hakiki çehresiyle görmüyor. Yaptığı iş, kendi sadeliğini memleket memleket dolaştırmak ve âlemi kendisine kıs kıs güldürmekten ibarettir.”), bulvarlarda ve Seine nehri kıyılarında “hiçbir şey yapmadan” gerçekleştirdiği gezilerle şehri tanımayı ve oradaki yaşamı oranın yerlisi gibi anlamayı denediğini söylüyor.

Hâşim’in zengin dilinin bir örneği olan ve şiirlerindeki sembolizmin yerini çoğunlukla yalın bir tarza terk ettiği bu yazıları içeren kitabın okuma serüvenini güçleştiren bir yanı var eleştirel basımı hazırlayanların ve/veya yayımevinin tercihinden kaynaklanan. Doğru bir tercih ile yazıların diline (Türkçesine) dokunulmamış ve bu da doğal olarak, günümüz dilinde hemen hiç kullanılmayan pek çok kelimeyi içeren yazılar için kitabın arkasında yer verilen “küçük sözlük”ün çok sık kullanımını gerektirmiş. Yine kitabın sonunda, eleştirel basımın gereği olarak, “Notlar” başlığı altında Hâşim’in kitabı hazırlarken yazıların orijinalinde yaptığı küçük değişiklikleri içeren bir bölüm de var. “Yazıların Bibliyografik Künyeleri” adlı bölümde ise her bir yazının İkdam gazetesinin hangi tarihli sayısında yayımlandığını gösteren bir liste yer alıyor. Böyle olunca tek bir yazıyı okurken, zaten kısa olan yazıları okumaya ayrılan süreden daha fazlasını yazı ile arkadaki tüm bu bölümler arasında gidip gelirken harcıyorsunuz. Oysa bu üç bölümden en azından ikisi dipnot olarak doğrudan yazı ile birlikte basılmış olsa okuyucu için çok daha rahat ve keyifli olurdu kitap. Ek olarak, okuyucuyu aydınlatacak kimi açıklamalara da yine dipnot olarak yer verilmeliydi diye düşünüyorum. Böylece, örneğin, “Mükeyyifat” başlıklı yazıdaki mısraların Nedim’in bir gazelinden olduğunu meraklı bir okuyucu kendisi araştırmak zorunda kalmazdı. Benzer şekilde, Hâşim’in Paris’te kurulmakta olduğundan heyecanla bahsettiği ve çok övdüğü “Darülfünûn Şehri”nin neresi olduğu (Paris’e akademik çalışmalar için gelen akademisyen ve öğrencilerin kaldığı, “Cité Internationale Universitaire de Paris” adındaki kompleks) çoğunluk için bir muamma olarak kalmazdı. Neyse ki Hâşim’in nerede ise 90 yıl önce yazılmış deneme ve gezi notlarının keyifle okunan içerikleri kitabın bu biçimsel sıkıntısının önüne geçiyor rahatlıkla.