“İnsanlar hayvanlar gibidir. Ancak serbest kaldıklarında, sefaletleri içinde sıkışıp kalmış köleler olduklarını anlarlar. Şu anda acı çekiyorlar ama farkında değiller. Ben onları sömürüyorum, onlar da şu zavallı adamı. Bu, engel olunması mümkün olmayan bir zincirdir”
Doğası gereği iyi bir insan olmaktan başka bir yol bilmeyen genç bir köylünün ve köyde ortakçı olan diğerlerinin bir markize olan bitmek bilmeyen borçları için köle gibi çalışmalarının hikâyesi.
Alice Rohrwacher’in yazdığı ve yönettiği bir İtalya yapımı. Aralarında Cannes’daki senaryo ödülünün de bulunduğu pek çok ödülün sahibi ve adayı olan yapım, iyi yürekli Lazzaro’nun hikâyesini anlatırken sıkı bir politik eleştiride de bulunan, adının da çağrıştırdığı gibi bir tür Lazarus olan bir genç adamın bir köyde başlayıp bir büyük şehire uzanan yaşadıkları ile geçmişten günümüze ekonomik sömürünün hep var olduğunu hatırlatan başarılı bir çalışma. Büyülü gerçekçilik denebilecek bir içeriği ve dili olan ve genç oyuncu Adriano Tardiolo’nun karakterinin doğasına çok uygun fiziği ve sade oyunculuğu ile dikkat çektiği yapıt yönetmenin 2014 tarihli “Le Meraviglie” (Mucizeler) adlı filmindeki başarısını bir adım daha ileri taşıyan güçlü bir çalışma.
İnandıkları ve sorgulamadıkları bir yalan nedeni ile, bir markizin marabası olarak tütün yetiştiricliği yapan köylüleri ve onlardan biri olan genç Lazzaro’yu anlatıyor film. Büyülü gerçekçi yanı olan bir masal adeta seyrettiğimiz. Herkesin işine koşan, kendisinden her isteneni yapan; doğası aksini aklına bile getirmesine izin vermediği için, iyilik yaptığının farkında bile olmayan bir genç Lazzaro. Annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyen, yürüme güçlüğü nedeni ile sık sık kucağında taşıdığı büyükannesi ile yaşayan Lazzaro ve diğer köylülerin iç içe bir hayat sürdükleri Inviolata adında bir yerde geçiyor hikâye; bu kelimeyi Türkçeye bozulmamış, saf olarak çevirmek mümkün ve Rohrwacher’in neden bu sözcüğü seçtiği üzerine düşünmek gerekiyor bir parça: Öykünün ikinci yarısının geçtiği şehir hayatı ne kadar soğuk, gri ve tatsız bir şekilde resmediliyorsa, ilk yarıda gördüğümüz köy de o kadar sıcak, renkli ve eğlenceli bir resme sahip. Bu bağlamda değerlendirince, -ama ne yazık ki sadece görünüşte- çok saf bir hayat burada sürülen ve insanın şehrin betonlarına değil, doğaya ait olduğunu ileri sürdüğünü söyleyebiliriz bu seçimin. Öte yandan, bir yalan üzerine kurulu sömürünün kurbanı olan köylülerin bu yalanın farkına bile varmamalarına neden olan saflığına (temizliğine) bir gönderme olarak düşünmek de mümkün bu ismi. Bu saflığın en güçlü örneği de Lazzaro karakteri. Markizden izin almadıkları için terk edemedikleri (şehre gitme hayali kuran bir genç çiftin yaşadıkları ve bir su birikintisini geçmeleri gereken köylülerin tereddütleri ve korkuları iki güçlü örnek) köyde yaşayanlardan biri olan genç adamın saflığı sinema tarihinde benzeri görülmemiş bir örnek olsa gerek. Bir kadının, “Ne diye teşekkür ediyorsun? Az daha seni öldürüyordu” tepkisini verdiği sahnede tanık olduğumuz durum Lazzaro’nun doğasını gösteren örneklerden sadece biri. Annesi ile birlikte köye gelen markizin oğlu ile tanışması farklı olaylara neden olurken, Lazzaro’nun bu oyunbaz gençle ilişkisi adeta insanın ne olabilecekken ne olmayı seçtiği ile ilgili çarpıcı bir resim çiziyor bize. Bir aziz diye de düşünebilirsiniz Lazzaro’yu ama onun iyiliği örneğin bir azizin aksine düşünerek/seçerek ulaşılan bir hâl değil; çünkü başka bir yol, hayat ve tavır onun için mümkün bile değil. “Müziğin onun için kiliseyi bile terk etmesi” ve bir bankada geçen linç sahnesi geniş kitlelerin hırsları, kötülükleri, bencillikleri ve “boş kutsallıklar”ı ile dünyada iyi ve güzel olanı nasıl yok ettiklerini acı bir biçimde gösteriyor bize.
Alice Rohrwacher senaryoyu İtalya’nın gözleden uzak bir bölgesindeki topraklarında ortakçılığın yasak olduğundan haberi olmayan köylüleri sömüren bir markinin hikâyesini duyduktan sonra yazmış. Filmde sömürüldüklerinden haberleri bile olmayan ve içinde bulundukları yaşamları sorgulama gereği bile duymayan köylüleri görüyoruz. Kendilerine çocuklarının okula gidip gitmediğini soran birisine, “Ne okulu? Okula sadece zenginler gider” cevabını veren bu çiftçiler yine de eğlenceli bir havaya sahipler. “Bunca çatal bıçağı var ama bizi bir kere bile yemeğe çağırmadı” dedikleri markiz için hazırladıkları pastaya, köydeki çocuklar dokunmalarının bile yasaklanmasına tepki olarak tükürüyorlar ama bu tür tepkiler sadece onların düzeyinde kalıyor (Bu eğlenceli tükürme sahnesinin sert bir versiyonunun, Alex Haiey’nin romanından uyarlanan ve Afrika kökenlilerin sömürülmesini anlatan “Roots” (Kökler) adlı televizyon dizisinde bir köle ile sahibinin kendisini tanımazdan gelen kızı arasında yaşandığını da hatırlatalım ilginç bir not olarak ve sömürülenin sömürene çok haklı bir tepkisi olduğunun altını çizelim bunun). Markizin oğlu ile dalga geçiyor köylüler (üfleyerek yaratılan rüzgâr filmin “büyülü gerçekçi” anlarından biri) veya markize yılan adını yakıyorlar ama bir eğlenceden öteye geçmiyor bu tür davranışlar. Bu kabullenme (otoriteyi ve onun iktidarını) hâli ve bankadaki linç sahnesi de sömürü düzeninin parçası olmaya herhangi bir itirazları olmayan (“Benim de dört çocuğum var beslemem gereken ama biz soygun yapıyor muyuz?”) ve bu düzeni sorgulamayanların, sadece ayakta kalabilme ve kendilerini kurtarabilme telaşında olduğunu gösteriyor.
Alice Rohrwacher Lazarus türünden bir “mucize” içeren filmi için yine de şunları söylemiş: “…mucizeler, güçler veya süper güçler, özel efektler içermeyen bir film… hiç kimse için kötü düşünmemek ve sadece insana inanmak üzerine…”. Lazzaro karakteri gerçekten de tam da bu ve “üvey kardeş”in isteği üzerine söylemek zorunda kaldığı masum bir yalandan bile son derece mutsuz olabiliyor. Kilisede geçen sahnede; güzellik, doğruluk ve iyilik için bir metafor olarak görebileceğimiz müziğin onun ardından gitmesinin nedeni de bu olsa gerek. Sahnenin kilisede geçmesi ise insanlık için var olduğunu iddia eden bu kurum ve benzerlerinin tam aksi bir konumda, güçlünün yanında ve kendi iktidarları için durduğunun altını çiziyor.
Daha önce hiç duymadığı bir kokuya (“iyi insan kokusu”) sahip olduğu için, karşısına çıkan azizi yemeyen kurt masalının varlığının da desteklediği masalsı havasının da büyülü gerçekçiliğini desteklediği filmin şehirde geçen ikinci yarısında oldukça soğuk, çirkin ve ilk sahnede karşımıza çıkan dev antenlerin de güçlendirdiği bir çirkinlikle karşılaşıyoruz hep. Orijinalliği ile gerçekten çarpıcı bir içeriği olan senaryosu ile sömürünün zaman ve mekândan bağımsız olarak sürdüğünü gösteren hikâye düzen eleştirisini sesini yükseltmeden ama kesinlikle net bir biçimde yapıyor ve tarım işçilerinin ihalesi sahnesinde olduğu gibi güçlü örneklerini de veriyor bunun. Lazzaro’nun zamanda yolculuğu da bu bağlamda, bu değişmezliğe gönderme olarak değerlendirilebilir. Ne var ki bir umutsuzluk değil, filmin yaratmak istediği duygu; “Hep orayı biz kurduk diye şikâyet edersin. Orada bizim emeğimiz, bizim terimiz var dersin. İşgal edelim o halde! Fakat bu sefer efendi falan olmayacak” sözlerini duyuyoruz dayanışma içinde yaşayan küçük bir topluluğun bireylerinin birinden örneğin, tam aksi bir yönde tutumun işareti olarak.
Dünyaya merakla açılmış iri gözleri ile bakan Lazzaro’nun kahramanı olduğu hikâyesinin zamansızlığı, görüntü yönetmeni Hélène Louvart’ın dünyevî olandan farklı olanın havasını yaratan görüntüleri ve kurtuluşun duvarın dibinde, betonun altında biten otların inatçı mücadelesinde olduğunu hatırlatması ile önemli bir film bu. Bizde bağlamından kopartılarak, daha çok “Din kitlelerin afyonudur” ifadesi ile öne çıkarılsa da, Karl Marx’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı” adlı kitabındaki sözlerinden yola çıkarak “Ezilen yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur” ile tanımlayabileceğimiz Lazzaro ise Adriano Tardiolo’nun harika bir olgunluğa ve alçak gönüllülüğe sahip performansı ile sinemanın en ilginç karakterlerinden biri olarak geçiyor bu sanatın tarihine. Taviani Kardeşler’in ve Ermanno Olmi’nin klasik olmuş filmlerini özleyenler için İtalyan sinemasından son dönemde çıkan en önemli yapıtlardan biri kesinlikle bu Alice Rohrwacher filmi.
(“Happy as Lazzaro” – “Mutlu Lazzaro”)