La Noche de 12 Años – Álvaro Brechner (2018)

“Artık mahkûm değilsiniz, rehinesiniz. Sizi fırsatımız varken öldürmeliydik. Şimdi ise sizi çıldırtacağız. Savaşı kaybettiniz, sonunuz geldi. Bir de dünyayı değiştirmek istiyordunuz. Şu hâlinize bir bakın! Sizin yerinizde olsam kendimi öldürürdüm. Siz neden öldürmüyorsunuz?”

1973’te askerî diktatörlükle yönetilen Uruguay’da ele geçirilen üç solcu gerillanın on iki yıl süren mahkûmiyetlerinin hikâyesi.

Askerî hükümetin, ele geçirdikten sonra on iki yıl boyunca kötü muameleye ve yalnızlığa mahkûm ettiği dokuz gerilladan üçünün hikâyesini anlatan film, onlardan ikisi olan Mauricio Rosencof ve Eleuterio Fernández Huidobro’nun “Memorias del Calabozo” adlı kitabından uyarlanmış. Uruguaylı sinemacı Álvaro Brechner’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği film 1973 ile 1985 arasında tam bir rehine hayatı yaşayan üç gerillanın hikâyesini onlara yaşatılanlara odaklanarak anlatıyor ve bir insana yapılabilecek en büyük kötülüğün onu onurunu kaybetmeye ve çıldırtmaya çalışmak olduğunu gösteriyor. Bir insan ne kadar direnebilir sorusunu umut dolu bir şekilde cevaplandıran bu gerçek hikâye üç başrol oyuncusunun güçlü performansları, tek bir noktaya (eziyet ve direnişe) odaklanarak dağılmayan hikâyesi ve yakın geçmişin Latin Amerika’daki acı dolu sayfalarından birini açması ile çok önemli ve ilgiyi hak eden bir çalışma.

Uruguay, Arjantin, İspanya, Fransa ve Almanya ortak yapımı olarak çekilen filme kaynaklık eden kitap için, kendisi de askerî darbe kurbanı olan Uruguaylı yazar Eduardo Galeano şöyle yazmış: “Bu çalışma, insan sözünün zaferini kutluyor. Doğaçlama bir Mors alfabesi ile kurulan iletişim, bu kurtuluşun anahtarıydı. Parmakları davul çaldı ve böylece reddedilen ses hakkını yeniden ele geçirdiler: Duvardan birbirlerine cesaret ve teselli verdiler, tartıştılar, deneyimleri ve sanrıları, insanları ve hayaletleri, anıları ve hayalleri paylaştılar. Ağızları ile konuşmaları yasaklanınca parmakları ile konuştular. Dile getirme ihtiyacından doğan dili, gerçek dili konuştular”. Her biri ayrı bir hücreye kapatılan, birbirleri ve gardiyanları ile konuşmaları yasaklanan, kendi kendilerine konuşmalarına bile izin verilmeyen üç mahkûmun bu hikâyesi insanın iletişimden yoksun bırakılmasının neden olduğu işkenceyi elle tutulur bir biçimde anlatıyor gerçekten de. Üç gerçek karakterin (sonradan Uruguay Devlet Başkanı olan José Mujica, yazar ve şair Mauricio Rosencof ve 2016’da hayatını kaybeden politikacı ve gazeteci Eleuterio Fernández Huidobro) bir askerî diktatörlüğün elinde 12 yıl bir tutsak olarak yaşarken iletişimden yoksun bırakılmak da dahil her türlü kötü muamele ve işkencenin kurbanı olduğu ve 12 yıl süren bir karanlık geceyi anlatan yapıt bir politik film olarak sınıflanabilir elbette ama bu kategorizasyonun sınırlarının dışına taşan güçlü bir çalışma.

Franz Kafka’nın “In der Strafkolonie” (Ceza Sömürgesi) adkı kısa öyküsünden bir alıntı ile açılıyor film: “Adam mahkûma baktı ve memura sordu: “Mahkûm kaç yıl ceza aldığını biliyor mu?”. Memur cevapladı: “Hayır, bunu kendi vücuduyla hissedecek”.”. Bilgilendirme yazısı Uruguay’ın bir askerî diktatörlük tarafından yönetilmekte olduğunu ve dokuz Tupamaro (o dönemde hayli aktif olan solcu şehir gerillası örgütü) üyesinin “rehine” olarak alındığını söylüyor bize. Sesi hayli yüksek bir radyoda bir dinleyici isteği olarak çalınan şarkı cezaevinin dört bir yanına yayılırken, harekete geçen askerlerin bazı mahkûmları gözlerini bağlayarak veya başlarına çuval geçirerek bir kamyona bindirdiğini görüyoruz. Bu dokuz kişiden üçü hikâyemizin kahramanları ve içlerinden birinin atıldığı tek kişilik hücrenin duvarlarında yazdığı gibi, içeri girenlerin her umudu dışarıda bırakması gereken bir yerdedirler artık. 12 yıl boyunca sık sık kaldıkları yer değiştirilir ama koşulları gittikçe daha da kötüleşen tüm yeni hücrelerinde her zaman birbirlerinden ayrı tutulurlar.

Sık sık yakın planlarla üç rehinenin fiziksel ve ruhsal çöküntülerini seyirciye etkileyici biçimde geçiren film el kamerası kullanımı ile bu sahnelere tedirgin edici bir gerçeklik duygusu da katıyor. Seyrettiğinizin gerçek bir hikâye olduğunu bilmek böylesine sert sahneleri olan bir filmde bir parça rahatsız edici olabilir ama film dürüstlüğü ile bu riski ortadan kaldırıyor çoğunlukla. Karakterlerden birinin aile ziyareti sırasında yaşanan trajik olaydan bir başka ziyaretteki masal anlatma sahnesine, bir eli boruya kelepçelendiği için klozete oturamayan bir rehinenin bu sorunu hep bir üstlerine taşıyan askerlerin neden olduğu trajikomik durumdan hücrelerin duvarlarına parmakları ile vurarak konuşan ve satranç oynayanlara film duygusal açıdan sömürülebilecek pek çok ânı ustalıklı bir samimiyet ve dürüstlükle getiriyor karşımıza. Umut duygusunu sadece kahramanlarının insanüstü bir gayretle direnişi üzerinden yaratmıyor film, cezaevindeki bazı askerlerle olan diyalog üzerinden de güven ve sevginin kendisine her ortamda hayat bulabileceğini gösteriyor. Tüm o sertliğin içinde, cezaevindeki komutanın mahkûmların da dinleyebilmesi için ulusal bir futbol maçını yayınlayan radyonun sesini açması (yapılan önemli bir yardımın karşılığı olsa bile) veya ziyarete gelen çocuğun kelepçeleri fark etmemesi için oynanan küçük oyun seyircinin içini aydınlatıyor örneğin.

Zaman zaman geri dönüşlerle gerillaların yakalanma anlarını gösteren hikâye özgürlüğe duyulan özlemi, hep tek kişilik hücrelerde tutulan mahkûmların sonunda bir cezaevinin avlusunda birbirlerini gündüz gözü ile ilk kez görmeleri ve güneşi yüzlerinde ilk kez hissetmelerinin mutluluğunu ve dayanışma ruhunu (“Eğer bu benim son şiirim olacaksa / İsyankâr ve hüzünlü / Yılmış ama tek parça / Yalnızca bir kelime yazardım: Yoldaş”) seyirciye de sıcak bir şekilde geçiren filmde Simon ve Garfunkel ikilisinin “The Sound of Silence” şarkısını adeta yeniden yaratarak, sessizliğe mahkûm edilen üç adamın hikâyesine dokunaklı bir katkı sağlayan Sílvia Pérez Cruz da takdiri hak ediyor. Şarkıyı adeta bu film için yazılmışcasına hikâyeye ait kılan bu yorumun İngilizce olması ise bir parça yanlış gibi duruyor açıkçası.

Görüntü yönetmeni Carlos Catalán’ın üç adamın içerideki klostrofobik ortamdaki ruh hallerini ve dışarıdaki özgürlüğe duydukları özlemi çok iyi yansıtan görüntü çalışması ve Federico Jusid’in müzikleri de hikâyenin atmosferine iyi bir uyum gösteriyor. Yönetmen Álvaro Brechner bu filmi çekmekteki temel nedeni sorulduğunda, “Bireylerin kendilerini insan yapan ve öyle kalmalarını sağlayan her şeyden yoksun bırakıldıklarındaki ruh hâllerini anlatmak” cevabını vermiş. Üç oyuncunun da (Mujica’yı oynayan Antonio de la Torre, Huidobro rolündeki Alfonso Tort ve Rosencof’u canlandıran Chino Darin) rollerinin hakkını çok iyi verdiği; karakterlerinin ruhsal ve fiziksel çöküşlerinin yanında direnişlerini de gerçek kıldığı filmde Chino Darin etkileyici bazı anların kahramanı olmasının da yardımı ile öne çıkıyor. Ses tasarımı ve kurgusu ve üç adamın içine atıldığı hücrelerin etkileyici ürkütücülükleri ile dikkat çeken set tasarımlarının da önemli bir katkı sağladığı film, 12 yıl süren bir işkenceye maruz bırakılan üç adamın hikâyesini olması gereken bir dürüstlük, gerçekçilik ve finalin doğruladığı bir umutla anlatan, görülmesi gereken bir çalışma.

(“A Twelve-Year Night” – “12 Yıllık Gece”)