Computer Chess – Andrew Bujalski (2013)

“Akademik kariyerin için Tesla’nın doğru bir model olduğunu düşünmüyorum; seni sadece deliliğe götürür bu”

1980’lerin başında gerçekleşen bilgisayarlar arası satranç turnuvasında yaşananların hikâyesi.

ABD sinemasının genç isimlerinden olan ve küçük bir mizah yanı da eksik olmayan düşük bütçeli bağımsız filmleri ile tanınan Andrew Bujalski’nin dördüncü ve şimdilik son filmi. Turnuvada yarışan bilgisayar programları üzerinden satranç dünyasına, yapay zekâya ve “computer geek” olarak adlandırılan insanlara değinen film alçak gönüllü hikâyesi ve komedisi ile ilgi çekebilir. Kısa bir sahnesi dışında siyah-beyaz olarak çekilen ve görüntülerini de eskiyi hatırlatırcasına zaman zaman bulanıklaştıran film temel olarak farklı filmler peşindeki festival seyircisinin, satrançseverlerin ve yazılım geliştirme sürecinde yer alanların ilgisini çekmeye aday; diğerleri için fazlası ile durgun ve “sıkıcı” görünebilir çünkü.

Bujalski yönettiği, senaryosunu yazdığı ve kurgusunu yaptığı filmde bir otelde haftasonu boyunca gerçekleştirilen turnuvayı anlatırken yarışan bilgisiyar programlarının yaratıcılarına ve onların komik, hatta absürt denebilecek karakterlerine odaklanıyor ve buradan da her sinema seyircisine hitap etmeyecek bir absürt mizah çıkartıyor. Otelde turnuvaya gelenlerle aynı anda bir tuhaf terapi grubu da var ve asıl hikâyemizle pek de ilgisi olmayan bu yan hikâyenin kahramanları da yine benzer bir tuhaf mizahın parçası olarak seyirciyi eğlendiriyorlar. Bujalski karakterlerin kendilerine özgü dünyasını hikâye anlatan bir tarzda değil daha çok kamerasını onların bulunduğu ortama sokan ve bir belgesel çeken yönetmen gibi anlatmayı tercih etmiş. Hemen tamamı amatör ve hatta bir kısmı gerçekten bilgisayar programcısı olan oyuncular hiç aksamıyorlar ve filme belgesel yanını daha da gerçekçi kılan ve yine tuhaf kelimesi ile tanımlamamız gereken bir sevimlilik de katıyorlar. Evet, tuhaf ve gerçekçi kelimelerinin aynı anda kullanılabileceği bir film karşımızdaki ki filmin de başarılarından biri bu aslında. Bujalski’nin senaryosunun seyircisini karakterlerin tam da gerçek hayatta oldukları gibi çizildiklerine ikna edebilmesi bu başarının arkasındaki temel neden.

Bilgisayarların insanlar gibi olabilmesi/olamayacak olması üzerine keyifli diyalogları da olan filmin el kamerası ile çekilmiş görüntüleri zaman zaman özellikle flulaştırılmış ki bu tercih de sıradan seyirciyi kendisinden uzaklaştıracak bir unsur. Bujalski’nin bu seyirciye çekici gelebilecek tek silahı kimi karakterlerin, özellikle deneyimli programcı Papageorge ve terapi grubundaki yaşlı bir çiftin cinsel tacizine maruz kalan ama kendisi de ergenliğin yoğun cinsel dürtülerinden muzdarip görünen genç Bishton karakterleri, yaratıcısı olduğu mizah anları ama onların da arada kaynayıp gitmesi hayli muhtemel bahis konusu seyirciler için. Bir de müzikler var elbette, hemen tüm bağımsız filmlerde olduğu gibi hikâyeye katkıda bulundukları gibi kendi başlarına da keyifli olan. Başta folk şarkıcısı Collie Ryan olmak üzere pek tanınmayan isimlere ait olan bu şarkılar filme kesinlikle çekicilik katıyorlar ve Ryan filmin sonunda bir parçasını da canlı olarak çalıyor.

Açılıştaki turnuva öncesi basın toplantısı, bilgisayarları programlayanların turnuva maçları sırasındaki diyalogları, otelde oda bulamayan Papageorge karakterinin saçma komiklikleri ve 80’leri karşımıza getiren ve bugün hayli komik ve hantal görünen bilgisayarlar ve dönem kıyafetlerinin neden olacağı nostaljisi nedeni ile farklı bir film bu. Özellikle ilk yarısındaki farklı havasını daha da zenginleştirebilse ve tekrarlardan da kaynaklanan bir sıkıcılığa daha az kapılsa çok daha iyi olurmuş kuşkusuz. Kısa ya da uzun vadede ama bir gün mutlaka bilgisayarların insanları geçeceği üzerine düşünmelere de sevkedecek film herkese göre değil belki ama kendine özgülüğü ve tuhaflığı ile farklı bir seyir tecrübesini garanti ettiği de açık.