“Bir gün çocuğum olsun isterim ama hayatım pahasına değil. Şimdi bir çocuğum olsa, onu suçlayabilirim; hatta onu sevebilir miyim, bilmiyorum”
Fransa’da kürtajın yasak olduğu dönemde, bir genç kızın yaşamı ile ilgili hedefleri ve beklenmedik hamileliği arasında kalmasının hikâyesi.
2022’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Fransız yazar Annie Ernaux’nun 2000’de yayımlanan aynı adlı otobiyografik romanından yapılan bir uyarlama. Anne Brest ve Alice Girard’ın da katkı verdiği senaryosunu Audrey Diwan ve Marcia Romano’nun yazdığı ve yönetmenliğini Diwan’ın yaptığı bu Fransız filmi Venedik’teki Altın Aslan’ın da aralarında olduğu pek çok ödülün sahibi olmuş güçlü bir yapıt. Batı ülkelerinde iktidarlar sağa, bazılarında da aşırı sağa kaydıkça özellikle kadınların haklarının erozyona uğradığı bu dönemde, film işte o hakların olmadığı zamanlardan bir hikâyeyi seyircinin karşısına getirerek önemli ve saygın bir hatırlatma işlevi de görüyor. Başroldeki Anamaria Vartolomei’nin zor ve “rahatsız edici” sahneleri de olan rolün altından başarılı bir biçimde kalktığı film 1960’ların görünürdeki liberal Fransa’sında bir kadının yaşadıkları üzerinden, kendi bedeni ve kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olmanın aslında pek de kolay olmadığını gösteren ve yönetmenin el kamerası ve yakın plan tercihleri ile etkileyiciliği daha da artan bir çalışma.
Fransa’da kürtaj 1975’te yasallaşmış ve maddi olanakları olan kadınlar o tarihe kadar, bu hakkı 1967’de tanıyan İngiltere’ye seyahat ederek çözmüşler problemlerini. Hikâyemizin kahramanı Anne o şanslı kadınlardan değildir ama; hep birlikte gezdiği iki kadın arkadaşı vardır ve başarılı bir öğrenci olarak dikkat çektiği edebiyat fakültesinde de hayli mutludur. Açılış sahnesinde onu iki yakın arkadaşı ile dans için bir gece kulübüne gitmeye hazırlanırken görüyoruz. Bu arkadaşlardan biri daha sessiz ve çekingen yapıdayken, diğerinin ise tüm konuşmaları ve düşünceleri erkekler ve seks üzerinedir neredeyse. “Buradaki herkes aynı şeyi istiyor ama bu şey herkese yasak” diyor karakterlerden biri; o şey cinselliktir ve hamile kalma korkusu o şeyden uzak durma çabasını gerekli kılmaktadır o tarihlerde. Elbette sözle dile getirilenle gerçekte yapılanlar farklıdır ve her yasak gibi kürtaj yasağı da ikiyüzlü çözümler yaratmıştır, özellikle de kadınlar için. Antonio Sorgentone’nin “Somebody Puttin in My Glass” şarkısı eşliğinde dans edilen gece kulübündeki bu giriş sahnesinde Anne’in güçlü karakterine ve özgürlüğüne düşkünlüğüne tanık oluyoruz. Ne var ki cesareti ve gücü çok ciddi bir engelle karşı karşıya kalacaktır: Günlüğüne “Hâlâ bir şey yok” cümlesini yazarken görüyoruz onu; çünkü âdeti gecikmiştir ve o sırada görüntüye “3 hafta” yazısı gelir. Film işte bu genç kadının hamileliğinin 3. ve 12. haftası arasında yaşadıklarını ve özellikle de umutsuz bir şekilde kürtaj olma çabasını sertlikten kaçınmayan bir gerçekçilikle ve güçlü bir yalın dil ile anlatıyor.
Ağrıları için gittiği ilk doktorda hiç cinsel ilişki yaşamadığı yalanını söylese de “Matmazel, hamilesiniz” cümlesini duyar Anne. Kürtaj yasaktır ve cezası ağırdır; doktor ret eder kızın kürtaj talebini ve bundan sonrası Anne için yakın arkadaşlarından, başka doktorlardan bir çare arayışı ve hamileliğini sonlandırabilmek için yasadışı ve riskli süreçlerde kendisini buluşunun hikâyesi olarak gelişir. Nobel ödüllü yazar Annie Ernaux için kuşkusuz cesur bir otobiyografik roman filme kaynak olan; öykünün kahramanı olan Anne’in doğum tarihini kendisininki ile aynı yapacak kadar da açık ve sahiplenici bir tavır göstermiş yazar. Onun bu dürüst yaklaşımı filmde de karşılığını bulmuş; gerçekçi ve dürüst bir tavırla getirmiş karşımıza hikâyeyi Diwan. Öykünün kahramanının her sahnesinde ve nerede ise tüm karelerinde göründüğü bir filmin seyirci için hep çekici kılınabilmesinin önemli araçlarından biri bu sahicilik duygusu kesinlikle. Kamera hep Anne’in peşinde gezer ve görüntülerken onu, bizi hayatının bir parçası yapıyor ve tanık olduğumuzun sert gerçekçiliğini hissetmemizi sağlıyor güçlü bir şekilde.
Audrey Diwan’ın 1963’te geçen bir öyküyü anlatırken, bir dönem filmi havasından özellikle uzak kalmayı seçmesi mesaj ve sinema dili olarak doğru bir sonuç üretmiş; çünkü hem film günümüzde de canlı ve üstelik artan bir dozda tartışma konusu olan bir meseleyi ele alıyor hem de böylece dönem unsurlarının hikâyenin aleyhine olacak şekilde öne çıkması engellenmiş oluyor. Evet, gece kulübü sahnelerinde 1950’li yıllarda başlayıp 60’lara da sarkan “rockabilly” türünden şarkılar var ama bu melodilerin sahibi olan Antonio Sorgentone ve Jonathan Boyle günümüzün bu türde müzik yapan isimleri; dolayısı ile bu şarkıların ille de 1960’ları işaret ettiğini söylemek mümkün değil. Anne’in hamileliği süresince bazı erkeklerin davranışları üzerinden de bir eleştiri üretiyor film ve bu eleştiriler de yine o günden günümüze değişmeyen bir durumu işaret ederek, hikâyenin dönemsizliğini destekliyor. “Nasılsa hamilesin, bir şey olmaz” gibi oldukça aşağılayıcı ve fırsatçı tavırlardan sorumluluk almamaya uzanan farklı tutumları erkeklerin, filmin kadının tarafında duran söyleminin aracı oluyorlar. Senaryonun babanın kimliğini uzun bir süre konuşma, tartışma ve hatta merak konusu bile yapmaya yanaşmaması da aynı bağlamda değerlendirilmeli; bir “kadın filmi” bu çünkü.
Kürtajı bir tabu, bir yasadışı eylem ve bir ikilemin içinde kalmak üzerinden değerlendiren pek çok film var sinema tarihinde. Bunların güçlü örneklerinden biri olan Rumen yönetmen Cristian Mungiu’nun 2007 tarihli “4 Luni, 3 Saptamâni si 2 Zile” (4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün) adlı yapıtı 1980’lerde Romanya’da, yasak olduğu dönemde kürtaj yaptırmaya çalışan bir genç kadının benzer hikâyesini baştan sona “kötü bir şey olacak” gerilimi ile güçlü bir şekilde anlatan bir başyapıttı. Fransız yönetmen Claude Chabrol’un 1988 tarihli “Une Affaire de Femmes” (Bir Kadın Meselesi) ise aynı konuyu bu kez kürtaj yaptıran değil, bu yasak eylemi icra eden bir kadın üzerinden anlatmış ve Isabelle Huppert’in çarpıcı performansı ile ayrıca etkileyici olan bir başka başyapıt olmayı başarmıştı. Kuşkusuz ki Audrey Diwan’ın filmi de meselesinin yakıcılığını tam bir dürüstlükle ele alması ile bu önemli filmlerin arasında yerini alacak sinema tarihinde.
Öykünün kahramanının annesi rolünde Fransız sinemasının usta ismi Sandrine Bonnaire’i izleme şansını bulduğumuz ve Anne’in sözleri ile ifade edersek, “Sadece kadınları bulan ve onları ev kadınlarına dönüştüren bir hastalık”la mücadele eden bir kadının hikâyesi bazı seyircileri zorlayabilecek sertliği olan sahnelere sahip. Filmin Antalya Altın Portakal Film Festivali’ndeki gösteriminde bazı seyircilerin dayanamayıp gösterim alanını terk etmesine ve hatta iki kadının bayılmasına neden olmuş bu sahneler; ne var ki film hiçbir anında bu sertliği sömürmüyor veya olduğundan daha büyük göstermeye çalışmıyor. Burada sert ve rahatsız edici olan meselenin kendisi ve bu meselenin kadına uygulanan şiddetin bir türü olması asıl olarak. Romanın yazarı Ernaux, yönetmen Diwan ve başroldeki Vartolomei, birer kadın olarak meselenin yakıcılığını ve hak ettiği dürüst gerçekçiliği, ve kadınların karşı karşıya kaldığı şiddeti çok iyi anlamışlar ve birer kadın olarak önemine uygun bir şekilde icra etmişler rollerini. Vartolomei’nin rolünün gerektirdiği duygusal ve fiziksel boyutları çok iyi yakaladığı film “geçmiş”ten bir hikâyeyi “gelecek” için bir uyarıya dönüştürmesi ile de önemli ve Fransız sinemasının güzelliği ile de tanınan başarılı ismi ve eski model Anna Mouglais’den sıradan bir kadın görünümlü bir kürtajcı yaratma başarısı ile de dikkat çekiyor. Evgueni ve Sacha Galperine’in Anne’in gittikçe artan tedirginliğini, endişesini ve mücadelesindeki yalnız başınalığını çok iyi yansıtan müziklerinin eşlik ettiği film, 4:3 çerçeve oranı sayesinde gücü daha da artan bir gerilim eseri olarak da seyredilebilecek önemde.
(“Happening” – “Kürtaj”)