“Nefret çok heyecan verici bir duygu. Daha önce hiç fark etmedin mi? Çok heyecan verici… Ben de senden nefret ediyorum, Johnny. Senden o kadar çok nefret ediyorum ki bu duygu beni öldürecek. Sevgilim… galiba bu duygu beni öldürecek”
Büyük bir kumarhane için çalışmaya başlayan küçük bir kumarbazın, patronunun kendisinin eski sevgilisi ile evlenmesi sonucu yaşananların hikâyesi.
Tüm kusurları ve klişelerine rağmen tartışmasız bir klasik. Hollywood’un 1940’lı yıllarda ürettiği ve bugüne değerini koruyarak kalabilen filmlerden biri olan çalışma, klasik sinemanın görülmesi kesinlikle gerekli örneklerinden biri. E. A. Ellington, Jo Eisinger, Marion Parsonnet ve Ben Hecht tarafından yazılan senaryodan Charles Vidor’un çektiği film, başrol oyuncuları Rita Hayworth ve Glenn Ford’un varlıkları ve aralarındaki sevgi-nefret ilişkisi ile dikkat çeken, kara film türünün ilk örneklerinden biri olması ile ayrıca önem taşıyan bir sinema eseri. Finalinin hikâyeye, filmin genel havasına ve filmin türüne pek yakışmayan bir şekilde toparlanması ve senaryonun kimi klişeleri kullanmaktan hiç sakınmaması bile filmi pek zedelemiyor.
Filmin bir klasik olarak sinema tarihinde yerini almasını sağlayan pek çok unsur var ve filmde Hayworth’ın (aslında Anita Kert Ellis’in) seslendirdiği ve dansları ile eşlik ettiği iki muhteşem şarkı bunlardan sadece biri. Doris Fisher ve Allan Roberts’ın ortak çalışması olan “Amado Mio” ve “Put the Blame on Mame” adlı bu şarkıların söylendiği anlar filmin en keyifli ve elbette Hayworth’ın sayesinde en seksî bölümlerinden ikisi. Koregrafilerine imza atan Jack Cole’un katkısının da atlanmaması gereken bu sahneler, tek başlarına filmi görebilmek için fazlası ile yeterli ama filmde çok daha fazlası var elbette.
Glenn Ford ve Rita Hayworth toplam beş filmde birlikte rol almışlar ve bu film birlikteliklerinin en önemli olanı olsa gerek. Her ne kadar iki oyuncu eşit ağırlıkta rollere sahip olsa da hikâyede, afişin de vurguladığı gibi bir “femme fatale” filmi olmasının sonucu olarak Hayworth’ın damgasını bastığı bir çalışma bu. Jean Louis imzalı kostümlerin de katkısı ile Hayworth bir tanrıça gibi ışıldıyor film boyunca. Yönetmen Charles Vidor da elindeki bu kozu çok iyi değerlendiriyor ve oyuncuyu daha ilk sahnesinde unutulmazlar arasına rahatlıkla girebilecek bir şekilde kullanıyor. Hikâyeye geç ama muhteşem bir giriş yapıyor bu sahnede Hayworth ve başını yerden kaldırarak ve saçını geriye doğru savurarak görüntüye girdiğinde sinema tarihinin en “erotik” anlarından birine imza atıyor kesinlikle. Bu rolün Hayworth ile nasıl özdeşleştirdiğini gösteren sadece filmin ünlü ve üzerinde “Daha önce hiç Gilda gibi bir kadın olmadı” yazan afişi değil; Hayworth’ın “Erkekler Gilda’ya aşık oldular ama uyandıklarında yanlarında ben vardım” sözü de bir başka göstergesi filmin ve oyuncunun karakterinin etkileyiciliği için. Beş kez Oscar’a aday gösterilen ama bu ödülü hiç alamayan Rudolph Maté’nin parlak siyah beyaz görüntüleri oyuncuyu kapsadığı her anında onu nerede ise kutsayan bir şekilde geliyor karşımıza ve filmin unutulmazlığına katkı sağlıyor. Hayworth’ın karşısındaki Glenn Ford ise kariyerindeki en iyi performanslarından birini verirken, aşk, nefret, tutku, intikam gibi duyguların içinde sıkışan karakterini ustaca oynuyor ve hikâyeyi -olmamış finaline rağmen- etkileyici kılıyor. Kumarhane sahibi rolündeki George Macready ve Yeşilçam filmlerinde epeyce taklit edilmiş “filozof yan karakter” rolündeki Steven Geray de karakterlerini başarılı biçimde canlandırarak filmin oyunculuk alanındaki başarısını tamamlıyorlar.
Glenn Ford’un karakterinin zaman zaman üstlendiği ve gerekliliği hayli tartışmalı anlatıcı ses, oldukça eğreti duran dedektif karakteri ve acele toparlanmış havası veren finali gibi önemli kusurları var filmin ve özellikle finalin -gerekçesi ne olusa olsun- içeriği rahatsız ediyor epey ama yine de bir klasik olmasına engel olamıyor filmin bu problemler. Bunun temel nedenlerinden biri de Hollywood’un hikâye anlatmakta usta olması ve hatta hikâyenin zayıflıklarını bile ustaca örtebilmesi kimi zaman. Yeşilçam’a da en az iki kez doğrudan “esin kaynağı” olan (Zeki Ökten’in 1974 yapımı “Boş Ver Arkadaş” ve Osman Seden’in 1976 yapımı “Devlerin Aşkı”) filmin başarılarından biri bir aşk/nefret hikâyesini anlatırken, kumarhane patronunun gizemli işleri üzerinden bir gerilim hikâyesini de paralelde ustaca önümüze getiriyor olabilmesi. Kara para aklamak, tunsgten madenleri, Naziler gibi temalarla örülü bu yan hikâye de seyircinin merakını cezbetmeyi başarıyor ve belki en az o kadar önemli olmak üzere, senaryo Ford ve Hayworth’ın geçmişte yaşadıklarını da ayrı bir merak unsuru olarak kullanmayı beceriyor.
Unutulmaz pek çok anı var filmin -ve yine finaldeki hariç olmak üzere- ve Ford ile Hayworth’ın ikili tüm sahneleri klasik sinemanın bütün lezzetlerini taşımaları ile öne çıkıyorlar. Örneğin sabaha karşı kumarhanede yaptıkları konuşma bir “iktidar kavgası”nı da içeren ve birbirinden farklı duyguların öne çıktığı içeriği ile çok başarılı. Hayworth’ın şarkı söylediği sahnelerin bir parça uzun tutulmasının bazen doğru (striptiz sahnesinde olduğu gibi) bazen zorlama göründüğü filmin kamera çalışması da, bir sahnede Ford patronu ile konuşurken adamın karanlık ve tedirgin edici gizemliliğini vurgulayan bir şekilde gölge gibi gösterilmesinin mükemmel bir örneği olduğu üzere, takdiri hak ediyor.
Patronu ile kahramanımız arasındaki ilişkinin farklı okumalara açık olduğu ve bu bağlamda özellikle bir eşcinsellik imasına sahip olduğu -film gösterime girdiği zaman değil ama daha sonraları- dile getirilen bir konu olmuştu. İkisinin ilk kez karşılaştıkları sahnede, patronun açılan ucunda bir bıçak gizli olan bastonunun kamera tarafından odaklanılan bir obje olarak sıkça kullanılması ve ilerleyen bölümlerde bu baston üzerinden gerçekleştirilen kimi imalı söylemler, bastonu bir fallik obje yerine koyuyor sık sık. Adamın patronunun sigarasını yaktığı sahnenin mizanseni, bastonun erkek mi dişi mi (İngilizcede “he” mi “she” mi olduğu tartışması) ve ikili arasındaki “sadakat”, “bağlılık” veya “işle kadınları karıştırmamak” gibi temaları olan konuşmalar da bu okumayı destekleyen örnekler olarak gösterilebilir.
1946 yılında Cannes’da yarışmalı bölümde gösterilen film Hayworth’ın göz kamaştırıcılığı, finaline rağmen senaryosu ve iki muhteşem şarkısı ile bir klasik ve Hollywood’un zirvelerinden biri. Görülmeli!
(“Şeytanın Kızı Gilda”)