Mission: Impossible – Rogue Nation – Christopher McQuarrie (2015)

“Normalde senden ve ekibinden bu terörist ağına sızıp, onu dağıtmanız istenirdi ama biz bunun olmaması için gereken tüm adımları attık; çünkü ‘sendika’ biziz, Bay Hunt… ve şimdi senin kim olduğunu biliyoruz artık. Görevin, eğer kabul edersen, kaderinle yüzleşmek olacak. Peşimize düşersen yakalanacaksın, bize karşı gelirsen öldürüleceksin. Değerli başkanın da eylemlerinden haberdar olduğunu ret edecektir. İyi şanslar, Bay Hunt. Bu mesaj beş saniyede kendisini yok edecektir”

IMF ajanı Ethanı Hunt’ın, organizasyonunun CIA’nın baskısı ile kapatılması sonrasında, ‘Sendika’ adı ile bilinen ve farklı ülkelerin eski ajanlarından oluşan tehlikeli bir örgüte karşı arkadaşları ile birlikte verdiği mücadelenin hikâyesi.

ABD televizyonlarında 1966 – 1975 arasında yayınlanan aynı isimli televizyon dizisinden sinemaya uyarlanan serininin beşinci filmi. 1996’da çekilen ilk film dahil tümünde Tom Cruise’un hikâyenin ana kahramanı ajan Ethan Hunt’ı canlandırdığı filmin senaryosunu Christopher McQuarrie ve Drew Pearce’ın hikâyesinden McQuarrie yazmış ve yönetmenliği de yine o üstlenmiş. 2018 tarihli bir sonraki “Görevimiz Tehlike” filmi olan “Mission: Impossible – Fallout” (Görevimiz Tehlike 6) adlı yapımın da yönetmenliğini yapan McQuarrie hikâyenin ve ana karakterlerinin ruhunu koruyan, etkileyici aksiyonu bol, temposu yüksek, Cruise’un tehlikeli pek çok sahnede dublör kullanmadan kendisi oynayarak şovunu yaptığı ve oyunculuğunun da genellikle bununla sınırlı kaldığı, bu türden hoşlananların kayıtsız kal(a)mayacağı bir sonuç koymuş ortaya. Hollywood’un becerisine bir kez daha hayran olmak ama sadece de bununla yetinmek için görülebilecek bir sinema yapıtı bu.

Açılış sahnesinden sonra, Lalo Schifrin imzalı unutulmaz (ve herhalde tüm televizyon ve sinema tarihinin en önemlilerinden biri olan) müzik eşliğinde, seyredeceğimiz hikâyenin önemli anlarından çok kısa görüntüler hızlı bir kurgu ile gözümüzün önünden geçiyor. Açıkçası, seyredeceğimiz de işte tüm bunların uzatılmış hâli gibi; orada ne görüyorsanız onu vaat ediyor ve bu vaadini de kesinlikle karşılıyor bu film. Hareketlenen ve henüz yerde olan bir uçağın üzerine atlayan ve havalandıktan sonra da onun üzerinde kalmaya devam eden ajan Ethan Hunt’ı canlandıran Cruise’un 6 kez yaralanmasına neden olacak kadar pek çok tehlikeli sahnede dublörsüz çalıştığı film onu ve hikâyenin diğer karakterlerini tehlikeden tehlikeye atarken, bir kez daha Amerikalı ajanlarımız -bu kez bir İngiliz’in de yardımını alarak- dünyayı önemli bir tehlikeye karşı koruyorlar. Elbette geçicidir bu kurtuluş ve kötüler hep var olacak ve adı CIA, Amerikan ordusu veya işte burada olduğu gibi IMF adında bir örgüt onlarla savaşmayı sonuna kadar sürdürecektir. Burada tüm “Görevimiz Tehlike” serisinin hiç de önemsiz olmayan bir farkını vurgulamak gerekiyor elbette hakkını vermek adına: Örneğin bu filmde hem CIA eleştiriliyor hem de İngiliz istihbarat örgütü MI6’nın bir yetkilisi üzerinden devletlerin istihbarat örgütlerinin kendilerinin ne kadar tehlikeli olduğunun altı çiziliyor kalın bir şekilde. Hollywood’un aksiyonu ve kahramanlarını (bireysel ve kurumsal) kutsamak alışkanlığı burada da var kuşkusuz; burada çizildiği hâli ile IMF bir CIA değildir ama sonuçta Amerikan hükümetine bağlı bir kurumun ana amaç olarak tüm insanlığın iyiliği için çalışacağı bir ABD yoktur dünya üzerinde. IMF ve CIA’yı denetleyen Amerikan senatosunun bu filmde veya benzerlerinde adeta “ilahî” bir adalet mekanizması olarak hikâyeye yerleştirilmesi ve buna inanıp, ferahlamamızın beklenmesi de elbette saflıktan başka bir şey değildir.

Viyana Operası’nda (filmin prömiyeri de orada yapılmış) geçen etkileyici bir sahnede suikast ânının çalmakta olan müziğin (Puccini’nin Turandot operası sahnelenmektediro sırada) belli bir notasına ayarlanmasının Hitchcock’un 1956 tarihli “The Man Who Knew Too Much” (Çok Şey Bilen Adam) adlı filmden esinlenmiş olması gibi, filmin tamamı da başta daha önceki Görevimiz Tehlike filmleri olmak üzere benzer filmlerden ilham almış. James Bond’un çok tehlikeli ve güçlü terör örgütlerine karşı mücadele etmesi gibi burada da çok büyük bir organizasyon ve onun başında da çok tehlikeli bir adam var. Hikâyenin bu konudaki özgün yanı ise örgütün tüm üyelerinin daha önce farklı ülkelerin istihbarat kurumlarında çalışmış ve bugün kayıp ya da ölü olduklarına inanılan kişiler olması. Bunun arkasındaki sır hikâye ilerledikçe belli olacak ki filmin önemli yanlarından biri bu, getirdiği uyarı üzerinden de ayrıca değerli olan.

Hikâye Beyaz Rusya, Avusturya, ABD, İngiltere, Fas, Küba, Fransa ve Malezya’da geçiyor ama çekimler Beyaz Rusya, ABD, Fransa ve Küba’ya uğranmadan gerçekleştirilmiş. Ajanımız Ethan Hunt da Malezya, Küba ve ABD hariç diğer tüm mekânlardan tam bir insanüstü kahraman gibi geçiyor ve arkadaşlarının desteği ile çökertiyor koca bir örgütü. Bekleneceği gibi sahnelerin bir kısmı pek gerçekçi değil ama zaten bu tür filmleri yapanlar ve keyifle seyredenler için belli bir noktaya kadar çok da önemi yok bunun. Sadece aksiyonların değil, Benji karakterinin pek çok sahnesinin de örnek gösterilebileceği bu duruma takılmadan izlemek gerekiyor bu tür filmleri ve örneğin “Bir hedefe ayrı ayrı ateş etmekte olan iki suikastçiye karşı sizin silahınızda tek kurşun var. Ne yapmalısınız?” sorusuna ajan Hunt’ın bulduğu akıllı çözüm gibi oyunlar, beceri ile çekilmiş aksiyon sahneleri, sağlam bir tempo ve ajanlarımızın birer birer aştığı engeller gibi heyecanlı anlar, hangi tarafta olduğundan kuşkulanılanlar ve kimlik bilgilerinin kayıtlı olduğu diskin bir diğeri ile karışması ve hangisinin gerçek olduğuna karar verme ânı gibi gerilimli bölümlerden keyif almakla yetinmek gerekiyor.

Tom Cruise’un oyunculuk açısından kendi doğal sınırına takılıp kaldığı filmde öne çıkan isimler Benji rolündeki Simon Pegg ve kimliği şüpheli ajanı oynayan Rebecca Ferguson. Cruise’un açığını onlar kapatıyor ve hikâyeye hem eğlenceli ve gerilimli bir ek hava katıyorlar hem de oyunculukları ile karakterlerini çekici kılıyorlar. Yine de Cruise’un hakkını teslim etmek gerek: Yapımcılarından biri olduğu bu serinin kahramanına tüm fiziksel becerisini ve inancını veriyor oyuncu ve bu adanmışlığı ile gerek bu gerek diğer Görevimiz Tehlike filmlerine büyük bir çekicilik katıyor. Özetle, serinin bu beşinci filmi de belli bir düzeyin üzerinde kalmayı başarıyor ve meraklılarının ilgisini hak ediyor. Ama eğer derdiniz gerçek “rogue nation”lar hakkında bir hikâye izlemek ise, ABD’nin CIA ve benzerî kurumları ile tarihi boyunca dünya üzerindeki pek çok farklı ülkede işlediği insanlık suçlarını anlatan bir filmin peşine düşmek olmalı diyelim son olarak.

(“Görevimiz Tehlike 5”)

Mission: Impossible – Fallout – Christopher McQuarrie (2018)

“Önce büyük bir acı olmadan, huzur olmaz. Acı ne kadar büyük olursa, huzur da o kadar büyük olur. Her zaman korktuğunuz o son geliyor. Geliyor ve kan sizin ellerinizde olacak”

Büyük bir felaket yaratarak dünyayı “uyandırmak” isteyen bir adamın nükleer planına engel olmaya çalışan ajan Ethan Hunt ve arkadaşlarının hikâyesi.

Amerika televizyonlarında 7 sezon boyunca (1966 – 1973) yayınlanan diziden sinemaya uyarlanan serinin altıncı ve şimdilik son filmi. Televizyonda ilk sezonda Steven Hill’in, diğer tüm sezonlarda ise Peter Graves’in canlandırdığı karaktere beyazperdede hayat veren isim Tom Cruise olmuş. Aksiyon sinemasının uzun ömürlü Hunt karakterinin bu altıncı sinema macerası ticarî aksiyon sinemasının tüm gereklerini fazlası ile yerine getiren, içerdiği teknik ustalıklarla meraklılarını kesinlikle tatmin eden ve aslında sinema açısından pek bir yenilik içermese de dur durak bilmeyen temposu ile nefes almadan seyredilen bir film. Öte yandan uzun süresi, her biri kendi hedefi olan onca farklı karakteri ve epik havası verilmeye çalışılan hikâyesi ile türün çok da meraklısı olmayanlar için yorucu da olabilecek ve fazlası ile ciddi havası yüzünden, türün kendi gerçekliğine bile uymayan sahneleri ile rahatsız da edebilecek bir sinema eseri bu.

Bruce Geller’ın televizyon için yarattığı dizi ve baş karakterinin önceki beş sinema filminin her birini farklı yönetmenler çekmiş: Sırası ile Brian De Palma (1996), John Woo (2000), J. J. Abrams (2006), Brad Bird (2011) ve Christopher McQuarrie (2015). McQuarrie serinin bu altıncı filminin de yönetmenliğini üstlenerek birden fazla Ethan Hunt filmi çeken tek sinemacı olmuş ve senaryosunu da kendisinin yazdığı bu filmde ortaya hem aksiyon meraklılarını hem de gişe geliri ile yapımcılarını tatmin eden bir sonuç çıkarmış. Bir gösteri merkezinin tuvaletinde geçen kavga sahnesinin çekimlerinin dört hafta sürdüğü söylenen ve Tom Cruise’un tehlikeli pek çok sahnesinde dublörsüz oynadığı filmin teknik başarısına olumsuz bir eleştiri getirmek zor. Belki bu açıdan çok yeni teknik gösteriler yok filmde ama daha önce belki de pek çok seyrettiğiniz bu gösteriler yerli yerinde ve ustalıkla kullanılmışlar. Rob Hardy’nin görüntü çalışmasının da katkısı ile “şık ve görkemli” havasını sakin ya da tempolu tüm sahnelerinde koruyan film seyirciyi gösterişi ile etkilemeyi hedefleyen çalışmalardan biri ve -katı aksiyon karşıtları hariç- bunu başarıyor da kuşkusuz. Açılış sahnesinde seyirciyi muhteşem bir manzara görüntüsü önündeki bir mutluluk görüntüsü ile karşılayan ve bu sahneyi etkileyici bir şekilde bir kâbusa dönüştüren film bu güzellik ve dehşeti hep koruyarak anlatıyor hikâyesini ve Paris caddelerinden özellikle de sondaki Keşmir (aslında Yeni Zelanda ve Norveç’te çekilmiş bu Keşmir sahneleri) bölümüne kadar bu ikili cazibe unsurunu hiç ihmal etmiyor. Örneğin Ethan Hunt’ın finaldeki insanüstü çabasını ve savaşını seyrettiğimiz anlarda aksiyona mı yoksa görüntülerin güzelliğine mi bakacağınızı şaşırıyorsunuz bazen.

Onun kadar uzun ömürlü olmayı planladığı Bond fimleri gibi bu serinin filmleri de hikâyelerini şehirden şehire ülkeden ülkeye gezerek anlatıyor. Ethan Hunt’ın bu hikâyesi de Belfast, Berlin, Paris, Londra ve Keşmir’e götürüyor bizi ve kahramanının olağanüstü becerisini nasıl sergilediğine tanık olmamızı istiyor. Bu IMF (Impossible Missions Force – İmkânsız Görevler Kuvveti) ajanı bağlı olduğu organizasyona lâyık bir görevi -yine- başarı ile yerine getirirken film seyirciyi belki kahramanının başarısı ile değil ama iki farklı sahnedeki oyunu ile şaşırtmayı başarıyor ve o sahnelerin kötü karakterleri gibi bizi de aldatıyor eğlenceli bir şekilde. Lalo Schifrin’in televizyon dizisi için hazırladığı ve artık bir kült olan müziğinin de kullanıldığı ve dizinin çekici jeneriğinin tarzını da tekrarlayarak yeniden yaratan filmin kahramanını sadece bir aksiyon karakteri olmaktan çıkarıp, duyguları ve travmaları da olan bir birey olarak resmetmesi de filmin artılarından biri kesinlikle ama bu çok da yeni bir tercih değil elbette; pespaye örnekler dışında günümüzde tüm aksiyon hikâyeleri karakterlerini “insan” kılmaya ve böylelikle daha derin bir görünüm kazanmaya çalışıyor sonuçta. Serinin önceki filmlerini görmüş olmanın bu bağlamda bir önem taşıdığı açık ama film -elbette- bu konuda bir eksiklik hissetmemeniz için tüm önlemleri alıyor ve gerekli açıklamaları hikâyenin doğru yerlerine yerleştiriyor.

Film başta CIA olmak üzere devlet kurumlarını ve devletlerin kendisini eleştirisinin kapsamına alıyor sık sık ve hatta bunu ana konularından biri de yapıyor. Ne var ki bu da -kimi eleştirmenlerin filme düzdüğü övgünün gerekçesi olsa da- çok da yeni bir tutum değil elbette. Sonuçta IMF de bir devlet güvenlik örgütü ve ne ABD ne de dünyanın geri kalanı onun örneğin CIA’den daha dürüst, güvenilir ve âdil olması gerektirecek bir toplumsal ve politik düzene sahip. Erhan Hunt sık sık James Bond ile karşılaştırılan bir karakter ama özellikle eski Bond filmleri düşünüldüğünde Hunt’ın mizah duygusunun eksikliğini yaşadığı açık. Hikâyenin bu yanı Benji karakteri ile giderilmeye çalışılmış ama onun kaynağı olduğu mizah hemen hiç öne çıkarılmadığı için film gereğinden fazla ciddi duruyor. Bu da önemli bir kusur; önemli çünkü aksiyon sahnelerinin hemen tümünde önemli bir olanaksızlık problemi var. Helikopterli kovalamaca bölümü eski dönemden bir Bond filminde olsaydı örneğin kahramanımız bir mizah da katardı sahneye ve seyrettiğimizin gerçek olamayacağını kendisinin de bildiğini ima ederdi bize. Burada ise sıkı bir ciddiyet içinde çekilmiş bu bölüm ve başta bir yarıktan arka arkaya düşen helikopterleri seyrettiğimiz anlar olmak üzere sık sık kendi kendimize “bu kadar da olmaz ki” dememize yol açmış filmin yaratıcıları.

Yukarıda anılan “tuvaletteki kavga” bölümünün en iyi örneklerinden biri olduğu şekilde yumruk yumruğa dövüş sahnelerinin mizanseni ve koreografisi ile dikkat çeken filmde hemen her karakterin kendi planının olması hikâyeye bir yandan çekicilik sağlarken öte yandan hem bir başka gerçekçilik problemi yaratıyor hem de göz boyamaya yönelik olduğu açık yapay bir komplekslik çabasını işaret ediyor bize. Tek bir masum insanın bile zarar görmemesine özen gösteren bir kahramanın yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atacak şekilde dış mekanlarda çatışmalara ve kovalamacalara girişmesi saçmalığının tüm aksiyon filmlerinde olduğu gibi burada da karşımıza çıktığı hikâyede Tom Cruise’un en iyimser yorumla “idare eder” bir performans sunmasını ve “tuhaf bir görüntü ile yüz yüze gelen Fransız polis”in kadın olmasının cinsiyetçilik üzerinden üretilen bir mizah olmasını da sorunları arasına eklememiz gereken bir çalışma bu. Ajanların istihbarat örgütlerinin oyuncağından başka bir şey olmadıklarını göstermesini ise takdir etmeli ama filmin aksine buradan ajanlar için bir mağduriyet nedeni çıkarmanın da anlamı yok.

Eddie Hamilton’ın soluk soluğa anlatılan bu hikâyenin temposunu destekleyen kurgu çalışmasının dikkat çektiği filmin seyircinin gözünü boyamak için nasıl hareket edilmesi gerektiğini çok iyi bilenler tarafından yaratıldığı açık (Londra’daki çatılar üzerindeki o takibin anlamı başka nasıl açıklanabilir ki?) şüphesiz ama yine de hız, gürültü ve şıklığın kombinasyonundan oluşanlar için hayli keyifli bir eğlencelik olduğu da inkâr edilemez.

“Görevimiz Tehlike 6: Yansımalar”