Aylaklar (Tjuvheder) – Peter Grönlund : İsveç sinemasından Peter Grönlund’un ilk uzun metrajlı filmi. Uyuşturucu bağımlısı yoksul bir kadının alkol sorunu olan bir başka kadınla arkadaşlığını anlatan film Stockholm’ün yeraltı dünyasını hayli gerçekçi ve dürüst bir şekilde getiriyor karşımıza. Evsizler, bağımlılar, uyuşturucu satıcıları, parçalanmış aileler ve bir şekilde ayakta kalmaya çalışan bireyler Grönlund’un kendi yazdığı senaryosu ile önümüze gelirken, hemen her karede görünen Malin Levanon’un başarılı oyunculuğu da süslerden arındırılmış ve güzelliklerin değil gerçeklerin peşinde koşan filme ayrı bir keyif katıyor. Yönetmen 2011 tarihli bir kısa filminden uyarlamış filmini ve sade bir dil ile toplumun bu “alt” kesimlerinden bireylerin dünyasına sokmuş bizi. Bu zor dünyadaki arkadaşlığın, dayanışmanın ve fedakârlığın tam da bu zorluklar nedeni ile çok daha gerçek ve samimi olduğunu hissettirmeyi başaran filmin belki de tek önemli problemi hikâyesinin yeterince güçlü olmaması ve belgeselci bir tavır ile dramatik anların arasında karar verememiş olması gibi görünüyor. Grönlund bu ilk filminde sosyal dramların sinema karşılığını üretmekle ilgili zorlukların (doğallığı ve çekiciliği aynı anda barındırabilmek gibi) çoğunlukla üstesinden gelerek bundan sonraki çalışmaları için de umut veriyor kesinlikle.
(“The Drifters”)
Sahte Cennet (Obce Niebo) – Dariusz Gajewski : Leh yönetmen Gajewski’nin filmi İsveç’te mülteci olarak yaşayan Polonyalı bir çiftin masum bir yalandan sonra devletin çocuklarını ellerinden alması sonucu yaşadıklarını anlatıyor. Çocuklarını geri alma çabalarının İsveç bürokrasisinin katı kuralları karşısında sonuçsuz kalması ile ortaya çıkan dram potansiyel olarak sıkı bir hikâyeye kaynaklık ediyor ve özellikle anne rolündeki Agnieszka Grochowska’nın başarılı performansı sayesinde de bu potansiyel bir noktaya kadar gerçeğe dönüşebiliyor. Buna karşılık filmin sineması yeterince güçlü değil ve “mülteci” olmanın dramını yeterince vurgulayamıyor film. Sosyal hizmetler görevlilerinin aileye karşı olan sert ve ön yargılı davranışının İsveçli olmamaları ile bir ilgisi yok diye düşündürüyor sizi film sık sık, niyeti hiç de öyle olmadığı halde. Bu kusurlarına rağmen filmin duygusal açıdan etkileyici kimi sahneleri ve başarılı finali hikâyeyi çekici kılıyor. Ebeveynlerin çocuklarına kötü davranışının tanımının zorluğu, çocuğu korumanın öncelikli olması nedeni ile bu hikâyede olduğu gibi netameli bir konu ve film bunu bir kez daha hatırlattığı gibi bireylerin hak mücadelelerini adalet ve bürokrasi mekanizmalarının arasında nasıl kolayca yitirebileceklerini gündeme getirmesi ile de önem taşıyor.
(“Strange Heaven”)