“Özür dilerim, lütfen bir saniye dinleyin. Kulağa çılgınca geldiğini biliyorum. Geçen sefer heyecanlandığım için kusura bakmayın. Heyecanlanınca biraz acayip davranıyorum. Ben, ben.. 3 filminizi seyrettim… süpersiniz, süpersiniz, yani süper oynamışsınız… ve, ve… biz ikiz gibi benziyoruz. Bugün karınızı da aradım ve o dedi ki… o da beni siz sandı. Benim… benim de kafam çok karıştı. Bu telefonun sizin de kafanızı karıştırdığını biliyorum. Benim adım Adam Bell, tarih öğretmeniyim… ve bence görüşmeliyiz”
Seyrettiği filmde kendisine tıpatıp benzeyen bir oyuncuyu fark eden bir tarih öğretmeninin bu adamın kim olduğunu merak etmesi ve iki adamın buluşması ile gelişen olayların hikâyesi.
Nobel ödüllü Portekizli yazar José Saramago’nun 2002 tarihli “O Homem Duplicado” (Bizde basıldığı ismi ile, “Kopyalanmış Adam”) adlı romanından uyarlanan, senaryosunu Javier Gullón’un yazdığı ve yönetmenliğini Denis Villeneuve’ün üstlendiği Kanada, İspanya ve Fransa ortak yapımı bir film. Özellikle ülkesinde pek çok ödüle aday olan ve kazanan film finali dahil olmak üzere hikâyesini ve “anlam”ını genel olarak belirsiz bırakan ve bunun üzerinden gizemli bir tat yaratan, Jake Gyllenhaal’ın nüanslı oyunculuğu ile ilgi çeken ve tedirgin edici atmosferini seyirciye geçirmeyi başaran bir çalışma. “Doppelgänger” kavramı üzerine çekilmiş ilgi çekici filmlerden biri olan yapıt, daha fazlasını bekleten bir içeriğe sahip olsa da ve bu kavram hakkında yeni şeyler söylemese de ilgi ile seyredilebilir.
“Kaos, anlamı henüz keşfedilmemiş bir düzendir” cümlesi ile başlıyor film. Romandan alınan bu ifade, bir adamın kendisine tıpatıp benzeyen birini keşfettikten sonra kaosa dönüşen rutin hayatını anlatıyor. Seyrettiğimiz bir hayal mi ve gerçekten böyle bir benzer var mı, bir kişinin paralel hayattaki kendisi ile bir karışıklık sonucu karşılaşmasını mı izliyoruz ya da “evren”in bir oyunu mu seyrettiğimiz; bu veya buna benzer başka farklı açıklamalar verilebilir seyrettiğimiz hikâye için. Film bunları seyirciye bırakıyor ve neden(ler) üzerinde durmak yerine, bizi sonuçlar ile karşı karşıya bırakmayı tercih ediyor. Bu seçim bazı seyircileri tatmin etmeyebilir belki ama Denis Villeneuve’ün gizem ve tedirginlik üzerinden yarattığı atmosfer filmi görmek için yeterli ve geçerli bir neden oluşturuyor kesinlikle.
Almanca kökenli “Doppelgänger” yaşayan bir insanın kendisine tıpatıp benzeyen ve hiçbir akrabalık bağının olmadığı kişiyi tanımlamak için kullanılan bir kelime. Edebiyattan sinemaya ve resime pek çok sanat dalında üzerinde durulan bu kavram Villeneuve’ün filminde de iki karakteri getiriyor karşımıza: Bir üniversitede tarih hocalığı yapan ve rutin bir hayatı olan Adam ve sinemada ve reklamlarda küçük rollerde oynayan Anthony. İlki uzun süredir aynı kız arkadaşı ile görüşen, diğeri ise hamile olan karısını aldatan ve gizli seks kulüplerinin müdavimi olan bir kişidir. Adam seyrettiği bir filmde Anthony ile yüz yüze gelince dehşete kapılır. Bu keşif aslında filmin belirsiz ve sorulara yol açan içeriğinin de ilk örneği oluyor. Filmi seyrettiğinde herhangi bir şey fark etmez Adam ama rüyasında bu filmi görürken uyanır ve tekrar seyrettiğinde Anthony’yi fark eder. Bu keşif rüyada mı yapılmış ve bu yüzden mi fırlamıştır yatağından adam, bunu tam olarak söylemiyor film. Bu da seyrettiğimizin gerçekliği konusunda seyirciyi ikilemde bırakıyor doğal olarak.
Örümcek motifinin kullanımı da merak uyandırıcı: Baştaki kulüp sahnesinde çıplak bir genç kadın bir kutudan çıkardığı örümceği topuklu ayakkabısı ile ezecek gibi duruyor, bir camdaki çatlak çizgileri örümceği çağrıştırıyor ve finalde devasa bir örümcek beliriyor. Romanda olmayan bu motifin “anlam”ı da üzerinde bolca spekülasyon yapılan bir konu ama herhalde tehlikeyi ve başta Yunan mitolojisinde olmak üzere kadınlığı çağrıştıran örümceğin iki adamın kadınlar karşısındaki zayıflığının sembolü olarak kullanılması en akla yakın olanı. Bu şekilde başka göndermeleri ve sembolleri de var hikâyenin: Adam (Adem) adı kutsal kitaplara göre yaratılan ilk insanın adı ve Havva da onun kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Burada da iki adamın da kaburga kemikleri üzerinde ve aynı yerde bir yara izi görüyoruz, birinin diğerinden yaratılmış olmasını ima edecek bir şekilde.
Fiziksel olarak aynı olan iki farklı karakteri oldukça nüanslı bir oyunculukla canlandırıyor Jake Gyllenhaal. Adam karakterini bir parça hantal bir yürüyüşü ve şaşkın, huzursuz yüzü ile canlandıran oyuncu, Anthony’de ise daha rahat ve özgüvenli bir karakter çıkarıyor karşımıza. Mimikleri ve beden dili üzerinde yaptığı küçük değişikliklerle bu denli büyük farklar yaratabilmesinin oyuncunun yeteneğinin sağlam bir kanıtı olduğu filmde, Anthony’nin eşi Helen’i oynayan Sarah Gadon da parlak bir yardımcı oyunculuk performansı sergiliyor. Danny Bensi ve Saunder Jurriaans’ın imzasını taşıyan sade ama hikâyeye sağlam bir destek sunan müziğin de dikkat çektiği film “yaban mersini” ve “yüzük” gibi detaylar üzerinden de seyircinin kafasını karıştıran bir çalışma. Adam’ın üniversitede verdiği dersin otoriter yönetimler ve onların halkları kontrol altında tutmak için başvurduğu araçlar üzerine olması da ilginç; romanda da yer alan bu unsur, yazar Saramago’nun ülkesini 1974’de sona eren bir faşist diktatörlükle yöneten rejime bir göndermesi olarak görülebilir. Isabella Rossellini’nin de tek bir sahnede karizmasını ortaya koyduğu film, metafor olarak kullandığı örümcek ağını hatırlatan, iki adamı ve seyirciyi bir örümcek ağının içinde kendi başlarına bırakan bir çalışma. Sık sık tepeden çekimlerle ve özellikle de çekici olmayan bir şekilde gösterdiği şehrin bir örümcek ağının içinde olduğunu ima eden film karakterlerin böyle bir ağın içinde yaşadıklarının farkında olmadıklarını söylüyor sanki. Karakterlerimizden birinin diğerinin bilinçaltının ürünü olma ihtimalinin de düşündürdüğü gibi, birinin diğerini (ya da ikisinin de bir diğerini) yarattığı ağın içine atması da -yine Saramago’yu düşünürsek- insan doğasındaki diktatöryen eğilimlerin sembolü olarak görülebilir.
(“Düşman”)