Edge of Tomorrow – Doug Liman (2014)

“Şimdi beni çok dikkatli dinle. Bu çok önemli bir kural ve hatta tek kural bu: Savaş alanında yaralanırsan, ölmeye baksan iyi olur”

Dünyayı ele geçirmeye çalışan uzaylılarla savaşan bir adamın aynı günü tekrar tekrar yaşamasının ve her öldüğünde günün yeniden başlamasının hikâyesi.

Doug Liman’ın yönettiği ve ABD ile Kanada ortak yapımı olarak çekilen bir bilim kurgu ve aksiyon filmi. Japon yazar Hiroshi Sakurazaka’nın “Ōru Yū Nīdo Izu Kiru – Öldür Yeter” adlı romanından uyarlanan filmin senaryosunu Cristopher McQuarrie, John-Henry Butterworth ve Jez Butterworth yazmış ama jenerikte adı geçmese de hikâyenin ilk versiyonunu Dante Harper hazırlamış. Bugünlerde aynı yönetmen ve aynı iki başrol oyuncusu (Tom Cruise ve Emily Blunt) ile devamı da çekilen film ABD’de bütçesini karşılayan bir gişe geliri elde edemese de sonuçta bütçesinin iki katını aşan bir gelir getirmiş yapımcı firmaya. ABD’deki -bütçesine göre- düşük gelirin nedenlerinden biri en azından başlarda Tom Cruise’u hep görmeye alışık olduğumuz cesur aksiyon karakteri rolünden uzak tutması da olabilir ama sonuçta aksiyonu ile sınıfı geçen filmin zaman zaman fazlası ile yüzeysel kalmasının ve -belki tekrarların da etkisi ile- kısıtlı bir malzeme uzatılarak elde edilmiş gibi görünmesinin de payı olsa gerek bu sonuçta. Yine de tempolu, bol efektli ve heyecanlı bir aksiyon filmi arayanlar için eğlenceli olabilecek bir çalışma bu.

Bir süre önce Almanya’nın Hamburg şehrine inen ve hızla tüm Avrupa’ya yayılan uzaylı yaratıklara karşı verilen bir savaş anlatılıyor filmde. Son teknoloji ile donatılmış ve giyene bir “robocop” havası veren kıyafetlerle donatılmış askerlerin ve 70 farklı ülkenin katıldığı savaş pek de iyi gitmese de dünyalılar ilk kez bir çarpışmayı kazanırlar ama bu zaferin gerçek mahiyeti ileride anlaşılacaktır. “Full Metal Bitch” adı verilen bir kadın bu dünyalı askerlerin en cesurudur; Emily Blunt’ın canlandırdığı bu karakterin aksine Tom Cruise’un oynadığı ve Birleşik Savunma Gücü’nün basın sözcüsü olan subay ise savaştan korktuğu için bu cephe gerisi görevi seçmiştir ve savaşa girmeye hiç de niyeti yoktur. Hikâyemiz onun -pek de gerçekçi olmayan bir biçimde- savaş alanına gönderilmesi ile başlıyor ve “kahraman”ımızın ne yapacağını izliyoruz bundan sonra. Avrupa kaybedilirse sırada ABD’nin olduğu ve Birleşik Güçler’e “elbette” bir Amerikalı subayın komuta ettiği film Cruise ve Emily Blunt’ın karakterlerinin işbirliği ve Cruise’un -elbette olması gereken ve aksi düşünülemeyecek- dünüşümü üzerinden ilerliyor. Erkek kahramanın baştaki acemiliği ve korkaklığının yanında, onun savaş alanında her öldüğünde günün yeniden başlamasını ve önceki hayatında öğrendiklerinden ders alarak yeniden savaşa girmesini anlatıyor bize film ve hikâyenin orijinal ve ilginç yönleri de temel olarak bunlarla kısıtlı. Gerisi ise fena çekilmemiş bir aksiyon havasından çok da ileri gitmiyor.

Hikâyenin doğası gereği aynı sahneleri defalarca ama hem farklı kamera açıları ile hem de adamın öncekilerden aldığı dersin sonucu olarak farklı finaller ile izliyoruz. Bir yandan “eğlence” yaratıyor bu durum ama bir yandan da o kadar çok tekrarlanıyor ki bu sahneler bir yorgunluğa da neden oluyor zaman zaman. Neyse ki burada imdada Doug Liman’ın aksiyonda pek aksamaması yetişiyor. Belki çok fazla orijnallik yok filmin teknik başarısında ama yine de kendisini izletmeyi ve özellikle de türün meraklısı iseniz keyif aldırmayı başarıyor. Bilim kurgu ögelerinin aksiyonun gerisinde kalması ve özellikle de finalin bilim kurgu açısından bakıldığında yeterince vurucu (görsel ve içerik olarak) olmaması da önemli bir problem olmuş ve filmin seyir zevkini düşürmüş kesinlikle.

Ahtapota benzeyen, oldukça güçlü olan ve çok hızlı hareket eden yaratıkların tasararımının başarılı olduğu, onları yöneten “merkezî beyin” Omega’nın ise görsel tasarım açısından bir parça zayıf göründüğü filmde güçlü sahneler çekmeyi başarmış Liman. Defalarca gördüğümüz ve hep sağlam bir etkileyiciliğe sahip olan uçaktan atlama sahnesinden kahramanımızın ilk ölüm sahnesine film aksiyon meraklısı olmayanları da etkileyecek kimi bölümlere sahip ve bu avantajını da kullanıyor sık sık. İçerik açısından da benzer bir çekicilik, defalarca tekrarlanan bir sahnede karşımıza çıkıyor: Kahramanımızın uçaktan atladığı kumsaldaki yaratıklardan kendisini kurtarması ve düşmanın beynine ulaşması gerekmektedir. İşte bu kumsaldaki çarpışma anını defalarca yaşar adam ve her birinden aldığı dersle bir sonrakinde bir parça daha uzaklaşmayı başarır oradan; bunun için her bir saniyeyi planlaması gerekmektedir önceki denemesindeki başarısızlığından aldığı dersle. Samuel Beckett’ın “Worstward Ho” adlı eserinde geçen “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil” veya Rus Çarı Deli Petro’ya atfedilen “Yenile yenile, yenmesini öğreneceğim” sözlerini hatırlatan teması ile dikkat çeken hikâyenin bu sözlere uygun bu sahnesi filme kayda değer bir çekicilik kazandırıyor kesinlikle.

Filme kaynaklık eden romanın yazarı Sakurazaka’nın eserini yazarken video oyunlarında kazandıracak stratejiyi bulana kadar oyunun başa alınmasından ilham aldığı söylenmiş ve burada seyrettiğimiz tam da o. Açıkçası kahramanımızın ölse bile yeniden canlanacak ve tekrar şansını deneme şansı bulacak olmasının ona uzaylılara karşı önemli bir avantaj sağladığı filmde pek de cesur olmayan bir adamın kahraman bir lidere dönüşümünü izliyoruz ve John Newman’ın filmin hikâyesine yakışan “Love Me Again” şarkısının eşlik ettiği “teknolojik” kapanış jeneriği ile sona eren filmde bir Amerikalının bir kez daha dünyayı kurtarmasına tanık oluyoruz. Tekrar tekrar yaşanan bir günün hikâyesini CGI efektler ve aksiyon olmadan izlemek isteyenler için daha iyi bir seçenek olarak Harold Ramis’in 1993 tarihli “Groundhog Day – Bugün Aslında Dündü” filmini önererek, Doug Liman’ın bu filminin de görülebileceğini belirtelim son olarak.

(“Yarının Sınırında”)