Ung Flukt – Edith Carlmar (1959)

“O kızda ne buluyor anlamıyorum; kaba ve şımarık bir kız”

Ailesinin büyük ümitler beslediği genç bir adam ve onlar tarafından hiç kabul görmeyen “serbest ruhlu” kız arkadaşının baş başa kalabilmek için ailelerinden gizlice kaçmalarının hikâyesi.

Norveçli yazar Nils Johan Ruds’un 1958 tarihli “Ettersøkte er atten år” adlı romanından uyarlanan, senaryosunu Otto Carlmar’ın yazdığı ve yönetmenliğini Edith Carlmar’ın üstlendiği bir Norveç yapımı. Ülkesinin ilk kadın yönetmeni olan Carlmar’ın bu son konulu filminde başrollerden birini canlandıran Liv Ullmann yine Carlmar’ın yönettiği 1957 tarihli “Fjols til Fjells” adlı komedi filmindeki figüranlığı sayılmazsa ilk kez çıkıyor seyircinin karşısına ve uzun olduğu kadar da etkileyici bir kariyeri de başlatıyor. Bir “kaçak genç âşıklar” hikâyesi temelde seyrettiğimiz ama yaklaşan 1960’ların özgürlük havasını taşıyan, Ullmann ve ona eşlik eden Atle Merton’un taze ve serbest havalı oyunculuklarının öne çıktığı ve Carlman’ın sadeliğin egemen olduğu keyifli yönetmenlik çalışması ile ilgiyi hak eden bir eser bu.

Anders iyi halli bir ailenin tek çocuğudur ve ebeveynleri üniversiteyi bitirip mühendis olmasını beklemektedir. Gerd ise babasının kim olduğunu bilmeyen, annesi gezgin deterjan satıcılığı yapan ve sık sık evden kaçması yüzünden başı Sosyal Hizmetler ile dertte olan bir genç kızdır. Aralarında sınıf, kültür ve Anders’in ailesine göre ahlâk farkı vardır. İki genç, Anders’in önerisi üzerine genç adamın babasına ait olan arabayı alıp dağdaki bir kulübeye gider ve sonu belirsiz bir maceraya başlarlar. Oradaki mutluluk ve aşk günleri bir yabancının çıkıp gelmesi ve ailelerin peşlerine düşmesi ile tehlikeye girecektir.

Söylendiğine göre Liv Ullmann filmdeki rolü için seçmelere giderken uçak parasını cebinden ödemiş ve dönemine göre “cüretkâr” sahneleri olan filmin gösterime çıkmasını dindar yakınları engellemeye çalışmış. Oyuncunun bugüne kadar başta Ingmar Bergman filmlerindekiler olmak üzere sinemaya armağan ettiği muhteşem oyunculuk gösterilerini düşününce, iyi ki o parayı bulmuş Ullmann ve iyi ki bu film gösterime çıkabilmiş diyebiliriz rahatlıkla. Burada 21 yaşında (hikâyedeki karakteri ise henüz 18 yaşına girmek üzere) bir Ullmann var karşımızda ve filmin özgürlük ve gençlik havasına çok uygun bir performansla parlıyor oyuncu. Diğer başrol oyuncusu ve kariyeri Ullmann’ınkinin aksine hayli kısa süren ve sadece sekiz sinema filmi ile 1967’de sona eren Arle Melton’ın da ona benzer bir sıcaklığı ve sadeliği olan performansı ile ona eşlik etmesi ile ortaya tam bir genç âşıklar filmi çıkıyor. Bu siyah-beyaz film ailelerine rağmen aşklarını sürdürmekte kararlı bir genç çifti anlatması ile belki çok farklı hikâye getirmiyor önümüze ama filmlerinde sık sık dönemin sansürünü zorlayan konuları (evlilik dışı ilişkiler, kürtaj, uyuşturucu bağımlılığı vs.) ele alan Edith Carlmar’ın zarif ve uçarı havalı çalışması ile gençliğin özgürlük tutkusu ile toplumun beklentilerinin ve değerlerinin çatışmasını ilgiye değer bir şekilde anlatıyor kesinlikle.

Evlilik dışı bir ilişki ile kendisini doğuran annesinin, yaşadığı hayat (daha sonra Anders’e “Erkekler için sadece dans ettim” diyecektir Gerd) nedeni ile kendisini fahişelikle suçlamasını “Onlar bu işi para karşılığı yapıyor, bense zevk için”) sözleri ile yanıtlayan, arayış içinde olan ama yaşının küçüklüğü ve toplumun kendisinden bekledikleri ile uyuşmayan arzuları nedeni ile bocalayan bir genç kız Gerd. Anders ile mutlu olduğu anlarda bile sık sık gitmekten söz açıyor ve bunun için çıkan fırsatları değerlendirmekten de geri durmuyor genç kız ve film de bunun nedeninin ilişkisinin sınıf farklılığı nedeni ile bir geleceği olması konusunda duyduğu kuşku mu yoksa genç adamın diğer tüm erkekler gibi kendisi ile sadece bedeni nedeni ile mi ilgilendiği konusundaki tereddüdü mü (ya da her ikisi birden) olduğu konusunu belirsiz bırakıyor. Aslında hikâyenin bir bakıma iki genç arasındaki aşkın test edilmesi olduğunu söylemenin de mümkün olduğunu düşünürsek, burada kızın aşk ile ilgili hissettiği şüphenin ağır bastığı düşünülebilir. Kızın annesinin bir fırsat olarak görüp sıcak baktığı ilişki oğlanın annesi için korkunç bir tehdittir ve film de bu farklılığı sık sık sergileyerek, ilişkinin zorluklar karşısında alacağı biçim konusunda seyirciyi merak içinde tutuyor.

Sverre Bergli’nin sıcak bir havası olan ve filmin “aşkın özgürlük ve kavuşma arzusu”nu hissettiren görüntüleri hikâyeye ciddi bir katkı sağlarken, yönetmen bugunün ölçüleri ile bakıldığında hiç var olmadığı söylenecek çıplaklık sahnelerini zarif bir şekilde hallediyor. İki gencin tamamen çıplak bir halde iki ebeveynle karşı kaldıkları anda olduğu gibi, bu çıplaklığı “göstermeden göstermeyi”, üzerinden bir mizah üretmeyi ve erotizmi çok doğal bir şekilde sergilemeyi başarıyor Carlmar. Ullmann’ın striptiz sahnesi ve “çiftleşme taklidi” bölümü yine bu “edepli erotizm”in hikâyeye ve karakterine çok yakışan diğer örnekleri olarak gösterilebilir.

Hikâyenin büyük bir kısmı iki aşığın yerleştiği terk edilmiş bir kulübede geçiyor. Buradaki yalnızlıkları, doğanın güzelliği ve aşk günleri bu mekânı adeta bir cennete çeviriyor bir bakıma. Seyrettiğimiz bir Adem ve Havva hikâyesi değil ama yine de diğer karakterlerin hayata tüm o hesaplı ve dikkatli bakışlarının karşısında, genç âşıkların dış dünyanın tümünden soyutlanmış görünen saf günleri bir cenneti ve daha sonra karşı karşıya kaldıkları zorluklar da o cennetten kovulmayı düşündürüyor açıkçası. Özetle söylemek gerekirse, özgürlük havası ve Ullmann’ın varlığı ile, hikâyesinin tanıdıklığını aşmayı başaran ilginç ve küçük bir film bu.

(“The Wayward Girl”)