Çaykovski İstanbul’da – Emre Aracı

Klasik müziğin usta isimlerinden Çaykovski’nin İstanbul’a farklı zamanlarda yaptığı iki kısa seyahatin izlerini araştıran bir kitap. Bestecilik ve orkestra şefliğinin yanında, özellikle Osmanlı döneminde imparatorluk ile klasik batı müziği arasındaki ilişkileri araştıran kitapları ile de bilinen bir müzikolog olan Emre Aracı, temel kaynağı Çaykovski’nin günlüğündeki ve mektuplarındaki kısıtlı bilgiler olan kitabının bu açığını zengin bir görsellik ile gidermiş çoğunlukla. Dönemin Osmanlı medyasında bu ziyaretlerin hiç yer almaması ve Çaykovski’nin çok kısa ziyaretlerini sadece giderken / dönerken uğrayan bir turist olarak gerçekleştirmesi kitap için daha fazla malzeme bulmayı imkânsız kılmış anlaşılan ama yine de Aracı’nın sade ve besteciye saygı dolu yaklaşımı bu pek bilinmeyen seyahatlerin izini takip etmeyi çekici kılan bir kitapla sonuçlanmış.

Aracı kitabını “Araştırmacı kişiliği, tarih ve müzik sevgisiyle İstanbul’u yaşamış ve yaşatmış Semuh S. Adil Beyefendi’nin aziz hatırasına” ifadesi ile Semuh Adil’e ithaf etmiş. Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda komutan olarak hizmet etmiş ve sonradan milletvekilliği de yapmış olan Selahattin Adil’in oğlu olan mühendis Semuh Adil emekliliğinden sonra kendisini sanat tarihi ve arkeoloji alanındaki çalışmaların adamış ve 2012’de hayatını kaybeden bir isim. Aracı’nın kendisi de Osmanlı’nın batılılaşma çabalarına paralel olarak topraklarımıza gelen Batı müziği hakkındaki araştırmaları ile tanınıyor ve bu kitabında da Çaykovki’nin İstanbul’a ilki 1886, ikincisi ise 1889’da gerçekleşen iki çok kısa gezisinin izlerini süren bir araştırmaya imza atmış. Kaynakların çok kısıtlı olması yazara pek bir hareket imkânı vermemiş ama bizde çok eksik olan türden bir esere imza atmış olması ve bu konuda çaba harcamış olması bile tek başına kitabı değerli kılmaya yetiyor açıkçası. Hamasi milliyetçiliğin bol olduğu ama bu milliyetçiliğin altını dolduracak çabaların da bir o kadar çok eksik olduğu Türkiye’de bu türden her çaba hem saygıyı hem ilgiyi hak ediyor kesinlikle.

Yazarın kendisinin de müzisyen olmasının katkı sağladığı hissedilen kitap Çaykovski’nin biyografisinden bölümler, yazarın kendisinin Rusya’ya yaptığı seyahatlerle ilgili notlar ve bol görsel malzeme ile zenginleştirilmiş. Sondaki kaynakça ve bizdeki bu tür kitaplarda nedense hep ihmal edilen dizin bölümleri de önemli. Okunan bir kitapta belli konu başlıklarının, yer ve kişi isimlerinin kitabın hangi sayfalarında geçtiğini bulmak için ideal ve gerekli olan dizin bilgilerinin (örneğin kitapta Beyoğlu’ndaki Çiçek Pasajı’ndan bahsedilen yerleri kolayca bulabiliyorsunuz bu sayede) çok daha hacimli olan kitaplarda bile yer almadığını düşününce, bu standart bilgilendirmeden bile mutlu olabilir meraklı bir okuyucu.

Çaykovski’nin gezileri dönem İstanbul’una turist olarak gelen yabancıların klasik uğrak yerleri ile kısıtlı kalmış. İstiklal Caddesi (Çaykovski’nin geldiği tarihlerdeki adı ile “Grand Rue de Pera”), Galata, Karaköy ve Sultanahmet çevresi bestecinin kısa da olsa zaman geçirdiği yerler İstanbul’da. Bazı görsellerin kaynak ve / veya tarihlerinin belirtilmediği (bulunamadı ise, en azından bunun belirtilmesi daha iyi olurmuş) kitapta anlatılan iki ziyaretten ilkini Paris’e giderken, ikincisini ise Avrupa turnesinden ülkesine dönerken yapmış Rus müzisyen. 1889’daki ve ilkinden daha da kısa olan gezide kendisine bir süre, dönüş gemisinde tanıştığı iki Rus genç de eşlik etmiş ve onlardan biri olan Vladimir Sklifosovski on ay sonra hayatını kaybetmiş. Çaykovski bu kayıptan duyduğu üzüntüyü Opus 72, 14 numaralı Chant Élégiaque adındaki piyano eserini onun anısına ithaf ederek yansıtmış müziğine.

Emre Aracı’nın eseri, kısaca değinse de Çaykovski’nin hayat öyküsüne, bir biyografi değil ve bu açıdan bakınca, özel hayatına değinilmemesi oldukça normal. Ne var ki eşcinselliği bugün genel kabul gören sanatçının bu yanından hiç bahsetmeden, “kendisi ile ilgili etrafta dolaşan dedikoduları bastırmak düşüncesiyle ani bir kararla 1877’de evlendiği ve evlendikten sonra da kendisini bir daha görmemek üzere terk ettiği” gibi cümleler kurmak tuhaf kaçıyor; çünkü her okuyucunun soracağı doğal bir soru (“Hangi dedikodu?”) havada kalıyor bu gereksiz kaçamak ifade yüzünden. Oysa bestecinin hayatına ve eserlerine yansıyan ve gizli tuttuğu bu yöneliminin neden olduğu duygusal çalkantılardır bir yandan da onun müziğini şekillendiren. Hiç kuşkusuz bu konu kesinlikle Aracı’nın kitabında hiç yer almayabilirdi, eğer “dedikodu” gibi kışkırtıcı olan ama boşta kalan ifadelere de yer verilmeseydi.

Hızla ve keyifle okunabilecek bir içerik ve tasarımla hazırlanan kitap Çaykovski’nin kısa İstanbul turu için yeterince orijinal malzeme içermiyor ama yazarın özenli ve besteciye saygı ve sevgi dolu yaklaşımı yapıtın hemen her satırında hissettiriyor kendisini. Bu tür kitaplar kendi tarihimizin de parçası olan (olması gereken) irili ufaklı tüm olaylar için hazırlansa ve hem yazarlar hem okuyucular gayret ve talepleri ile bu tür eserlerin daha fazla üretilmesini mümkün kılsa keşke!