Kanal – Erden Kıral (1978)

“Ben toprak isterem, ekmeğimi isterem, hakkımı isterem, toprağımı isterem”

Çeltik tarlalarını sulamak için köylülerin yaşam alanlarını tehlikeye sokan ağalara karşı mücadele eden bir kaymakamın hikâyesi.

İhsan Yüce’nin senaryosundan Erden Kıral’ın çektiği bir film. Senaryosu dönemin Adalet bakanı Mehmet Can’ın kaymakamlık yaptığı yıllarda başından geçen gerçek olaylardan esinlendiği söylenen ama öte yandan hikâyesi Yaşar Kemal’in 1955 tarihli romanı “Teneke” ile çok yakın benzerlikler gösteren filme Yaşar Kemal dava açmış ve hazırlanan bilirkişi raporu da bu durumu teyit etmişti. “Benzerliği” ret eden Erden Kıral, Yaşar Kemal’in açtığı davayı kaybettiğini ve bu nedenle kendisine küstüğünü belirtse de bugün pek çok kaynakta film hâlâ bir Yaşar Kemal uyarlaması olarak geçiyor. Kıral’ın ilk yönetmenlik çalışması olan ve Moskova Film Festivali’nde yarışmalı bölümde yer alan film 1970’li yılların sonlarının yoğun politik atmosferinin izlerini taşıyan, alçak gönüllü bütçesine rağmen yönetmenin reklâmcılık mesleğinden gelmesinin de katkısı ile görsel bir çekicilik yaratmayı başaran ama aksayan önemli yanları da olan bir çalışma. Sinemamızın ülkenin politik koşullarını ve toplumsal sıkıntılarını -düzeyleri ne olursa olsun- farklı örneklerle seyirci karşısına çıkarma sorumluluğunu taşıdığı bir dönemin önemli yapıtlarından biri olan bu film günümüz Türkiye sinemasının toplumsal meselelerden ne denli kopuk olduğunu hatırlatması ile de ilgi çekiyor.

Filmin farklı yönlerinden biri Tarık Akan’ın canlandırdığı kaymakam ile Meral Orhonsay’ın doktor karakterlerinin finaldeki sözler dışında bir romantizmin tarafları olarak da kullanılmamaları. Oysa karakterler ve içinde bulundukları ortam ikili arasında bir yakınlaşma için çok uygun ve “normal” bir filmde bu fırsat süratle hikâyeye bir aşk boyutu katılmasına da yol açardı. Bunun arkasındaki temel neden filmin çok başka bir meseleye odaklanmayı seçmesi ve seyircinin ilgisinin de bu odaktan hiç ayrılmamasını sağlayacak yalın bir hikâye anlatmayı tercih etmesi. İlçeye yeni atanan genç bir kaymakam, filmin hikâyesine hiç değinmediği bir doktor, çeltik tarlaları olan ve bu tarlalar için gerekli olan suyu köylülerin yaşam alanlarına zarar vererek ve onları ölümcül sıtma tehlikesi ile karşı karşıya bırakarak elde etmeye kararlı zengin eşraf ve köylüler; hikâye bu karakterleri suyu odağına alan bir içerikle anlatırken zengin ile yoksulu karşı karşıya getirerek ve seyircinin de tarafını belirlemesini bekleyerek sergiliyor bize. Köylülerin direnmek, dayanışmak, pes etmek ve bireysel çıkarlarını düşünmek arasında ikilemde kalmalarını da gösteren film dönemin Türkiyesi’nden (daha yerel bir ifade ile Adana’dan)ilgiyi hak eden bir resim çiziyor.

Senaryonun kendisine oyunculuk yapacak pek bir alan yaratmadığı Meral Orhonsay’ın üzerine düşeni yapmakla yetindiği (ya da yetinmek zorunda kaldığı) filmde başroldeki Tarık Akan en iyi performanslarından birini gösteremiyor açıkçası. Erden Kıral’ın bir röportajında “Tarık Akan da her zaman bir star havası vardı. Mesela ‘Kanal’ filminde acemi bir kaymakamı oynaması gerekiyordu ama starlık havasından dolayı bunu çok yansıtamamıştı perdeye” ifedeleri ile yorumladığı bir performans gösteriyor oyuncu ama belki yine tam da bu “star” özelliği sayesinde aksamıyor hiç. Kamran Usluer senaryonun biraz abartılı bir kötü adam olarak çizdiği ağayı hayli canlı bir performansla sergilerken, köylüleri canlandıran Tuncel Kurtiz ve Menderes Samancılar filmin oyunculuk açısından en başarılı isimleri oluyorlar kesinlikle ve etkileyici sonuçlar çıkarıyorlar ortaya.

1960 ve 70’li yılların toplumcu bakışına ve sol ideolojilerine sahip filmlerindeki ortak özellikler burada da kendisini göstermiş. Örneğin açılış sahnesinde ritmik hareketlerle ve adeta dans edercesine ekin biçen mutlu köylüler ve Arif Erkin’in bu sahneye eşlik eden Anadolu motifleri ile bezeli müziği, açılış ve kapanış bölümleri başta olmak üzere “çileli Anadolu insanları”nın ve çocukların yakın plan yüz çekimleri, Anadolu’nun toprakları, dağları ve tarlalarına düzülen güzellemeler ve kamera açılarının bu insanları ve kaymakamın “toplumcu” eylemlerini yücelten bir şekilde kullanılması gibi örneklerini verebileceğimiz bu özelliklere hikâye süresince sık sık başvurmuş yönetmen Kıral. Bir kahvenin önünde oturanlardan birinin elinde duran ve kameranın etki alanına özellikle sokulmuş Cumhuriyet gazetesini ve köylerini basan suyu kesmek için ellerinde kazma küreklerle yürüyen veya bir yamaçta sessizce oturan köylülerin görüntülerini de ekleyebiliiriz ilgili yaklaşımın örnekleri arasına. İlgili sahnelerin -filmin temposuna her mzaman olumlu katkısı olmayacak şekilde- hayli uzun tutulmuş olmasının ise sadece hikâyeyi bir parça uzatabilme telaşının sonucu olarak değil, toplumcu içeriği bu tür dayanışma eylemleri ile vurgulama arzusunun uzantısı olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

Önceki kaymakamların rüşvet almış olduğunu ima eden filmin jandarma komutanın, ne yaptıklarını ve eşkıyalarla iş birliklerini bilmemesinin imkânsız olduğu çeltik ağaları ile içki sofrasında göstererek dönemin sansürüne rağmen bir şeyler söyleyebilmesi de hayli önemli. Kaymakamın komutanın bu durumunu hiç sorgulamamasını ise bir gerçekçilik sorunundan çok, hikâyenin doğal olarak bu durumu fazla yüksek sesle dile getirememesinin sonucu olarak görmek gerek. Kaldı ki karakoldaki sorgulama sahnesinde -ülkücü bıyıklı- komiserin ağaları kayıran tavrını (burada genç polisin mimiklerine dikkat!) ve Ankara’nın kaymakama müdahalesini gösterebilmesi bile kendi başlarına önemli birer eylem olarak değerlendirilmeli.

Amatör oyuncular zaman zaman aksasa da dönemin kalabalık figüranlı benzerleri ile karşılaştırıldığında ciddi bir aksama yaşamayan filmin “kameraya bakanlar”ı engelleyemediğini de söylemek gerekiyor. Arif Erkin’in hikâyeye yakışan müziğinin hemen her boşluğu dolduracak şekilde kullanılması ve aynı melodinin sıkça tekrarlanması ile işitsel açıdan ister istemez bir sıkıntı yaratan film politik olarak durduğu yeri net olarak ortaya koyan ve bu duruşa uygun bir biçim ve içeriğe sahip bir sinema yapıtı. Zaman zaman kendini frenleyemese de (Kaymakamın kooperatif, imece, emek vs. üzerine konuştuğu sahnede olduğu gibi) ideolojik mesajın genellikle sanatın önüne geçmediği filmde, “teneke çalan çocuklar”ın izah etmesi zor bir şekilde (belki de Yaşar Kemal’in “Teneke” romanını fazla çağrıştırmamak için) doğru kurgulanmaması gibi problemler olsa da, güçlü ve zengin olana, iktidarın karşısında durana kolayca yaftalar yapıştrılabildiği bir düzeni (“Heyet yarın uçakla Ankara’ya gidecek. Ne diyecek? Madde 1: Biz bu kaymakamı istemiyoruz. Neden istemiyoruz, basit; çünkü bu kaymakam vatan hainidir. Madde 2: Bu kaymakam ırz düşmanıdır ve bu kaymakam komünisttir”) eleştirmesi ve duyarlılığı ile görülmeyi kesinlikle hak eden bir çalışma bu.