“Aferin çocuklar. Şunu unutmayın: Sizler Fehmi Haznedar’ın oğullarısınız. Fehmi Haznedar’ın oğulları örnek çocuklardır. Başkalarına benzemezler; karı kız peşinde koşmazlar, içki içmezler, sigara içmez… Bu da ne? Yanıyorsun ulan! Nedir bu? Nedir, nedir bu?”
Bir fabrikatörün üç haylaz oğlunu adam olmaları için kendi fabrikasına işçi olarak yerleştirmesi ile başlayan ve tarafları iki farklı sınıftan olan aşkın neden olduklarının hikâyesi.
Sadık Şendil’in senaryosundan Ertem Eğilmez’in çektiği bir Türkiye yapımı. Eğilmez’in 1970’lerin Türkiye sinemasına damgasını vuran Arzu Film komedilerinden biri olan çalışma o filmlerin, halkın beğenisini hiç kaybolmayan ve bugün de etkisini aynen sürdürecek şekilde yakalayan formüllerine uygun, yıldızlarla dolu zengin kadrosu ile baştan belli bir çekiciliği garantileyen, döneminin havasına uygun ve bir Yeşilçam komedisinin olabileceği kadarı ile politik, güldüren ve hemen her zaman da sıcak duygular uyandırmayı başaran bir çalışma. Bugünün kaba komedileri ve onlardaki karakterleri düşününce, Eğilmez’in filmlerinin sadece neden nostaljik bir öge olarak değil, ondan da fazla samimiyeti hatırlatması ile hâlâ çekici olabildiğini anlamak çok kolay. Sinemamızın bir daha yakalayamayacağı ve zaten Türkiye’nin de bir ülke olarak bir daha içinde olamayacağı o sıcak havayı özleyenler için ideal örneklerden biri olan film çeşitli senaryo problemlerine ve Şendil’in diyaloglarının her zaman çok güçlü olmamasına rağmen keyifle seyredilebilecek bir Yeşilçam örneği.
Sinema filmleri için yazılan şarkılar vardır, bir de Yeşilçam’ın özellikle 1970 ve 80’lerde bolca yaptığı gibi şarkıların popülaritesinden yararlanmak için çekilen filmler. Arabeskin hâkim olduğu yıllarda Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve diğerleri acılı şarkılarla dolu her albümleri için ve çoğunlukla onlarla aynı adı taşıyan filmler çekerken, şarkılar ile hikâyelerin uyumuna çok da önem vermiyorlardı ve açıkçası buna pek gerek de duymuyorlardı; çünkü bu filmlerin alıcıları için hem senaryonun hem de eşlik eden şarkıların acı dolu bir arabeskliğe sahip olması yeterliydi bir uyumdan söz etmek için. Buna karşılık pop şarkılarından yola çıkılarak çekilen filmlerde (“Oh Olsun” da bunlardan biri), şarkının popülerliğine dayanan ama o şarkıda dile getirilenlerle pek de uyumu olmayan hikâyeler ağırlıktaydı. Füsun Önal’ın 1973 tarihli ve çok popüler olmuş şarkısı da (müzik dünyasında Tuğrul Dağcı adı ile bilinen Oktay Yurdatapan’ın eseri) işte böyle bir filme ilham vermiş, daha doğrusu o şarkının rüzgârını arkasına alarak bir film çekilmesine yol açmış. Önal’ın şarkısı, bir kadının ağzından bir erkeğe söylenen sözleri ile, adamın başına gelen kötü şeylerden duyulan mutluluğu anlatılıyor; daha önce kadına yaptıklarının sonucu olan bu duygu dolayısı ile bir çeşit intikam hikâyesine yol açıyor: “Oyununa gelmemiş / Sana hiç yüz vermemiş / Oh olsun / Herkesle dalga geçtin / Oh olsun /
Ektiklerini biçtin / Oh olsun / Ah, az mı çektirdin bana / Kül oldum yаnа yаnа / Sırа Geliyor Sаnа / Oh Olsun”. Kadın adamın kendisine yaptığının şimdi ona yapılmasından duyduğu keyifle söylüyor bu sözleri eğlenceli bir şekilde. Peki filmde böyle bir hikâye, bırakın ana hikâyeyi, yan hikâye olarak bile var mı? Yok elbette. Kısa süren bir yanlış anlama dışında erkekle kadın arasındaki ilişki dört dörtlük ve hiç kimse bir diğerinin başına gelenden dolayı mutluluk duymuyor ve intikamın adı bile geçmiyor.
Önal’ın şarkısının dışında Neşe Karaböcek’in yorumu ile “Madem Küstün Dargındın” ve Zeki Müren’den “Hayat Kumarı” gibi şarkıların da müziğin popülaritesinden yararlanmak için kullanıldığı filmde herhangi bir orijinal müzik yer almıyor ama sınıf farkını göstermek için -elbette telif gibi dertlerle hiç uğraşılmadan- müzikten bolca yararlanıyor Eğilmez. Paralel olarak gösterilen iki yılbaşı kutlamasında, bir tarafta yerli şarkılar ve oyun havaları, diğer tarafta ise aralarında The Yardbirds’ün “Stroll On” şarkısının da yer aldığı Batılı müzikler geliyor kulağımıza. Gereğinden fazla uzatılan bu sahne bir kültürel farkın göstergesi olarak yer alıyor filmde ama arkası getirilmiyor, zaten bir Yeşilçam komedisinden de beklemenin yanlış olacağı gibi. Ailelerden birinin işçi sınıfını, diğerinin sermayeyi temsil etmesi ile 1970’lerin hayli politize olmuş Türkiyesi’ne uygun karakterler içeren hikâye finaldeki naif çözüm ile bu iki sınıfı uzlaştırıyor bir bakıma. Evet, kolay ve gerçekçi olmayan bir çözüm ama bugünün yerli komedilerinde hiç de düşünülebilecek bir tavır değil sınıf farkını hikâyenin ana temalarından birini yapmak.
Yönetmen Ertem Eğilmez, senarist Sadık Şendil ve oyuncular Tarık Akan, Hale Soygazi, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Hulusi Kentmen, Münir Özkul, Adile Naşit, Mürüvvet Sim ve Metin Akpınar dense ve hikâye çok kısaca özetlense, hangi oyuncunun hangi rolde olduğunu, hikâyenin nasıl başlayıp ilerleyeceğini ve sona ereceğini kolayca tahmin edebilir ortalama bir yerli seyirci. Bu aşinalık, bu ne olacağını ve nasıl olacağını önceden bilebilme durumu beklenenin aksine bu filmlere seyircinin gözünde her zaman bir çekicilik kazandırdı ilginç bir şekilde. Samimi havayı “yanıltılmayacağınıza emin olma” duygusuna ekleyince, işte ortaya bugün bile hâlâ sıcaklığını koruyan ve ilgi görmeye devam eden filmler çıkıyor.
Senaryo Sandık Şendil’in ve Arzu Film’in en parlak örnekleri arasında değil ve bir komedi olması ile açıklanamayacak boşlukları ve gerçekçilik problemleri var. Halit Akçatepe ve Kemal Sunal’dan daha fazla yararlanmak fırsatının kaçırılmış olduğunu da belirtmek gerekiyor kesinlikle. Çapkın oğlanın esas kızı görür görmez “Öbür kızlar gibi değil” yorumunu yapması teşhisin hızı nedeni ile gerçekçi olmadığı gibi, o zamana kadar “isimsiz kızlar”ı bir cinsellik objesi olarak gören filmin “asıl kız”ı “namuslu” konumuna oturtması da Yeşilçam’ın yanlış bakışının tipik bir örneği. Genç kadın tüm yemeği kendi başına hazırlarken genç adamın sadece seyretmesi ve ardından gelen, “Bu akşam bu evin babası sensin / Bu akşam bu evin annesi de sensin” sözleri de benzer geleneksel anlayışın ürünü. Zengin bir fabrikatörün en küçüğü liseye giden üç erkek çocuğunun aynı odada yatması hikâyedeki yetersiz açıklamanın aksine, ancak senaryonun tembelliği ile izah edilebilir; Akan, Sunal ve Akçatepe’nin aynı odada olmaları gereken sahneye başka bir çözüm bulma gereği duyulmamış çünkü. Başka örnekler de verilebilir hikâyedeki tutarsızlıklar için (kadının adamla yalnız kalabilmek için ailesine yalan söylemesini özellikle gösterirken film, adamın (üstelik çok daha sert bir babaya sahip kendisi) yalnız kalmayı nasıl başardığını bilemiyoruz örneğin) ama şunu da kabul etmek gerek ki bunun o kadar da önemi yok belki de: Sonuçta sıcak bir film ve sıcak karakterler eğlenme ve hoş vakit için yeterince malzeme sağlayabiliyor seyirciye.
Oğullarının “fabrika köşelerine atılması”ndan mutsuz olan anneye babanın “Orada çalışanların canı yok mu?” cevabını vermesi, grev ve işçi hakları konuşmaları (İhsan Yüce’nin bu sahnelerin bir parçası olduğunu görmek hiç şaşırtıcı değil) ve ustabaşının kendisine hakaret eden ve nankörlükle suçlayan fabrika sahibine “Karnım doymuyor, sayende yarı aç; ama kazandığımı alnımın teri ile kazanıyorum. Asıl biz senin işkembeni doyuruyoruz. Fabrikan da paran da malın da hepsi senin olsun” cevabı bugün yıldız oyuncuların olduğu bir yerli komedide görmemizin mümkün olmadığı yanları olarak filmi değerli kılıyor. Greve giden işçileri eleştiren patronu eşinin “Alemler aya gidiyor, işçiler greve gitmiş çok mu? Acaba ne dertleri var diye sordun mu hiç?” sözleri ile terslemesi (Naşit’in tüm o sevecenliği ile hayal edin bu konuşmayı) gibi hem doğru hem eğlenceli olmayı başararak hikâyenin düzeyini yükselten sahneleri olan filme müziğin hoyrat bir şekilde kurgulanmış olmasının yakışmadığını da söyleyelim. Sahnenin uzunluğu ile müziğin uzunluğunun örtüşmesi için en ufak bir çaba harcanmamış ve sahne bittiğinde şarkılar en olmayacak bir şekilde aniden kesilivermişler.
Çoğu Yeşilçam’a özgü kusurları olsa da, yıldızlarla dolu kadrosu ve bir Arzu Film güldürüsü olarak keyifli bir film bu. Belki de en önemlisi, Türkiye’nin bir zamanlar nasıl olduğunu hatırlamak (bazıları için keşfetmek) ve bir daha asla tekrar öyle olamayacağını (ve neden olmayacağını) anlamak için görülmesi şart olan filmlerden biri bu.