Cadaveri Eccellenti – Francesco Rosi (1976)

“Tek yargıç polisin işidir ama dördü birden öldürülürse konu siyasîdir”

Peş peşe işlenen yargıç ve savcı cinayetlerini araştıran bir dedektifin büyük bir siyasî komployu keşfetmesinin hikâyesi.

Leonardo Sciascia’nın 1971 tarihli “Il Contesto” adı romanından uyarlanan, İtalya ve Fransa ortak yapımı bir film. İtalyan yönetmen Francesco Rosi’nin yönettiği ve senaryosunu Rosi ile birlikte Tonino Guerra ve Lino Iannuzzi’nin yazdığı çalışma bir polisiye ve gerilim filmi olmasının yanısıra politik içeriği ile de dikkat çekiyor. Adı belirtilmeyen ama Sicilya bölgesinde olduğu açık bir yerde geçen hikâyenin yavaş gelişimi ve temposu günümüz sineması için bir parça eskimiş görünebilir genel seyirci kitlesine ama ilerledikçe hem netleşen hem karmaşık hale gelen senaryosunun başarısı, yan kadrodaki başarılı isimlerin yanısıra dedektif rolündeki Lino Ventura’nın parlak performansı ve ana akım sinemanın ihmal ettiği bir alanı, siyaset ve iktidarları ele alması ve sorumlu bir tavırla sorgulaması filmi kesinlikle seyredilmeye değer kılıyor. 1970’li yılların İtalya siyasetine ve toplumsal çalkantılarına aşina olanların ve siyaset ile ilgili olanların ek bir keyif alacağı film, Rosi’nin başarılı mizanseninden de aldığı destekle kesinlikle önemli bir çalışma.

Filmin kapanışında, İtalyan Komünist Partisi’nin yöneticisi bir solcu gazeteciye “Gerçek her zaman devrimci değildir” diyor. Film bu cümle ile sona ererken, kamera duvardaki büyük resime kayıyor yavaş yavaş ve ellerinde kızıl bayraklarla kalabalık bir grubu görüyoruz bu resimde. Film belki bu finali kadar her zaman doğrudan politik bir içerik barındırıyor gibi görünmese de, hikâyesi ilerledikçe politikaya daha da odaklanıyor ve gerçekleri keşfettikçe biz de Rosi’nin bizi içine soktuğu politik dünyanın ve iktidar uğruna neler yapılabileceğine ve gerçeklerin nasıl çarpıtılabileceğine/kullanılabileceğine tanık olmanın “keyfi”ni yaşıyoruz. Evet, 1970’lerdeki İtalyan siyasetine aşinalığın ve daha da genel olarak politika ile az ya da çok ilgileniyor ve bilgili olmanın seyir zevkini yükselttiği bir film bu. Örneğin final cümlesinin İtalyan Marksist politikacı ve teorisyen Antonio Gramsci’nin Ferdinand Lasalle’den uyarlayarak söylediği “Gerçeği söylemek devrimcidir”e bir gönderme olduğunu bilmek gerçekten önemli. 1976 yapımı film İtalya’nın toplumsal ve politik çalkantılar içinde bulunduğu bir dönemde çekilmiş olması nedeni ile bu çalkantıları bire bir aktarmış hikâyesine. Dolayısı ile o dönemde İtalya’da komünistler ile hristiyan demokratlar arasında “tarihî uzlaşma” olarak bilinen bir işbirliği olduğunu bilmek filmin hem sağ hem soldaki politikacılara eleştirisini doğru bağlamda anlayabilmek için önemli ve gerekli. Dedektif gerçeğe ulaşmaya çalışırken onu gerçekten uzak tutmaya çalışanların hem sağ hem soldan olması, komplonun büyüklüğü ve iktidarın tüm öğelerini içine almış olması final ile birlikte düşünüldüğünde, filmin seyirciye gerçekleri hiç çekinmeden göstermeyi ve ona umudun herhangi bir politik öğede değil, -eğer varsa- kendisinde olduğunu söylemesi olarak yorumlanabilir sanki. Bu da aslında sert bir mesaj çünkü kurumların tümünün bir şekilde yozlaşmanın parçası olduğunu gösteriyor film ve bu açıdan değerlendirince de pek bir umut vaat etmiyor.

Her bir cinayet sahnesini sade ama etkileyici bir şekilde çekmiş Rosi ve işleneceği açık olan cinayetlerde bile bir gerilim havası yaratmayı başarmış. Rosi’nin üslubu bugünün sineması için fazlası ile gösterişsiz ve hikâyenin temposu da günümüz filmlerinin ortalama plan süreleri düşünüldüğünde oldukça düşük görünebilir. Ne var ki filme hak ettiği bir özenle yaklaşan seyircinin keşfedeceği yüksek bir sinemasal başarı var ortada. Örneğin, ünlü İtalyan görüntü yönetmeni Pasqualino De Santis’in kamerası aracılığı ile Rosi hikâye boyunca sinemanın görsel bir anlatım sanatı olduğunu hatırlatıyor bize sık sık ve bunu teknik oyunlara başvurmadan yapıyor. Geçmişin günümüze (ve aslında geleceğe) nasıl hâkim olduğunu ve/veya tanık olduğumuz hikâyenin aslında ezelî ve ebedî olduğunu hatırlatan heykel görüntüleri, bireyin iktidar karşısındaki acizliğini vurgulayan yüksek tavanlı ve geniş merdivenli binalar veya yozlaşmanın sembolü olarak kullanılan parti sahnesi filmin görsel dilinin başarısının örneklerinden bazıları sadece.

Sıradan bir vatandaşın dedektifin sorularını cevaplarken öldürülen yargıçlardan biri için, eli ile şehirin yüksek binalarını işaret ederek “Şuradaki şehir gibi pis ve çamur içinde” demesi, hikâyenin önemli karakterlerinden birinin adaletin haksız yere mahkum ettiği bir adam olması, öldürülen tüm yargı mensuplarının kötü sözlerle anılması, protestoların ve polisle çatışmaların devamlı görüntüye gelmesi ve Max Von Sydow’ın yan bir rolde çarpıcı bir şekilde canlandırdığı yargıtay başkanının adalet kavramı ile ilgili söylevi yozlaşmış bir ülkenin resmini çiziyor bize ve final sahnesinde dışarıdan gelen gösteri ve protesto gürültüleri bu yozlaşmaya karşı ses çıkaran birilerinin her zaman olacağını hatırlatıyor. Bir başka şekilde söylersek, umut vaat etmiyor ama mücadelenin de hiç bitmeyeceğini ima ediyor.

Film, ismini orijinal Fransızca adı “cadavre exquis” olan bir oyundan alıyor; bu oyunda her bir oyuncu bir figürün parçasını kendisinden öncekinin hangi parçayı çizdiğini bilmeden çiziyor. Hikâyemizin de dedektifi (ve dolayısı ile bizi) tahmin edilemez ve manipüle edilen bir dünyaya soktuğunu düşünürsek çok doğru bir isimlendirme olmuş bu gerçekten. İşte bu dünyada gerçeği bulmaya çalışan dedektifi oynayan büyük İtalyan oyuncu Lino Ventura’nın sade ama etkileyici performansı klasik sinema oyunculuğunun tadını eşsiz bir biçimde hatırlatırken, yukarıda adı geçen Von Sydow’un yanısıra Alain Cuny de karakterini akıldan hiç çıkmayacak bir beceri ile oynuyor.

Filmin sinema dilinin bugün bir parça eskimiş göründüğünü ret etmek yanlış olur ama sinemanın, özellikle de Avrupa sinemasının bir dönem sadece bireysel olan hikâyelerin değil, toplumsal olanların da peşine düştüğünü ve politik olmaktan çekinmediğini hatırlamak için de ideal bir örnek olan film, Piero Piccioni imzalı ve hikâye ile çok iyi örtüşen müziğin eşliğinde anlatılan bir sinema klasiği olarak görülmeyi hak ediyor kesinlikle.

(“Illustrious Corpses” – “The Context” – “Cadavres Exquis” – “Muhteşem Cesetler”)