“Sanatçıların sorgulaması, şaşırtması gerekir. Bir sanatçı olarak ulaşabileceğim en üst noktaya ulaşmaktan mutsuzum”
Nobel ödüllü Arjantinli bir yazarın eserlerine ilham kaynağı olan ama yıllardır hiç ziyaret etmediği memleketine bir ödül töreni için gittiğinde yaşadıklarının hikâyesi.
Andrés Duprat’ın orijinal senaryosundan Arjantin ve İspanya ortak yapımı olarak çekilen filmi bugüne kadarki tüm yönetmenlik çalışmalarını birlikte gerçekleştiren Gastón Duprat ve Mariano Cohn yönetmiş. 2017’de Arjantin’in Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterdiği film kazandığı pek çok ödülün yanısıra, Venedik’te Altın Aslan için de yarışmış ve aynı festivalde baş oyuncusu Oscar Martinez ile en iyi erkek oyuncu ödülünü almış. Zaman zaman kara mizaha dönen bir komedisi olan ve dram yanı ile de dikkat çeken film, sanatçı ve onun esin kaynakları üzerine hoş bir çalışma. Yazarın Nobel töreninde yaptığı konuşma ile başlayan film hemen ardından beş yıl sonrasına ve yazarın doğduğu kasabaya yaptığı ziyarete geçiyor ve hikâyenin büyük bir kısmı da orada yaşanıyor. Beş bölüm başlığı altında anlatılan hikâyenin mizahı her zaman güçlü değil ve ele aldığı temaları yeterince zenginleştiremiyor ama yine de ilgi görmeyi hak eden bir çalışma bu.
Yazarın Nobel töreni ile açılıyor film; ödülden mutlu olduğunu ama bu ödülün bir bakıma ona sanatında gidebileceği en üst noktaya varmış olduğunu ve misyonu sorgulatmak ve sarsmak olan bir sanatçının bu ödül ile “onay”landığını hatırlatmasından rahatsız olduğunu söylüyor yazar törendeki konuşmasında. Belki de tam da amaçladığı gibi önce bir sessizlik, sonra yoğun bir alkış ile karşılanıyor bu sözleri ve törenin sonunda yüzünde beliren mutluluk ifadesi yazarın şımarık egoistliği için bir ipucu oluyor adeta bize. Ardından 5 yıl sonraya geçiyoruz; kendi ifadesi ile “romanlarındaki karakterlerinin hiç terk etmediği ama kendisinin hep kaçtığı” kasabasında değil, Barcelona’da yaşayan ve 20 yaşındayken ayrıldığı kasabasına 40 yıldır gitmemiş olan bir adam olarak çıkıyor karşımıza yazarımız. Bir süredir yaz(a)mayan, konferanslar ve ödül törenleri için dünyanın dört bir yanından sürekli davetler alan yazarın bunları çoğunlukla ret ederkenki görüntüleri, kendisini bilinçli veya bilinçsiz olarak üst bir konuma yerleştiren ve kaprisli tavırların hâkim olduğu bir karakteri olan bir adam resmi çiziyor bize. Başta nedenini anlayamadığımız ama hoş finalde öğrendiğimiz gerekçe ile ve “saygın vatandaş” ödülünü almak üzere kasabasına gitmeye karar vermesi, yaratıcı ile ona esin kaynağı olan gerçek karakterlerin yüzleşmesine dönüşüyor.
Tecrübeli oyuncu Oscar Martinez pek de sempati ile yaklaşılacak biri gibi görünmeyen karakterini usta ve yalın bir oyunculukla canlandırırken komedi anlarını sadeliiğin içinden çekip çıkarıyor ve ekonomik bir performansın nasıl güçlü olabileceğini gösteriyor bize film boyunca. Barcelona’daki gösterişli hayatla zıtlık teşkil eden küçük kasaba hayatının içinde ve yazarın eski sevgilisi dışında her biri tuhaf olan karakterlerle geçen günler bize kimi hoş anlar sunuyor. Örneğin kasabadaki amatör resim yarışmasının jüri üyeliğini yapan yazarın küçük yerlerin gerçeklerini hatırlamak zorunda kalması epey eğlendirici. Kitabının yapraklarının mecburen önce ateş yakmak, sonra da tuvalet sonrası temizliği için kullanılması veya belediye başkanının ısrarı üzerine itfaiye arabasının tepesinde kasaba sokaklarındaki geçit töreni kesinlikle etkileyici, özellikle de ilkinin içerdiği göndermeler nedeni ile. Bunlara yerel tv istasyonunda katılınan bir söyleşiyi ve ödül töreninindeki “ağlak” sunumu da (ki tüm o aldırmaz tavırlarına rağmen yazarımızın gözlerinden yaş gelmesine neden olarak onun karakteri hakkında iyi bir ipucu da veriyor bize bu sahne) ekleyebiliriz rahatlıkla filmin keyifli anlarına örnek olarak.
“Av” başlığını taşıyan bölümün sürprizi ile başarı dozunu yükselten filmin ilk ve son sahnelerinin zıtlığı üzerinden bize ilettiği bir mesajı da var: İlkinde ödülün verdiği coşkuyu kaprisli bir şımarıklıkla örten yazarın kasabasına yaptığı ziyaretten edindiği yeni ilhamlarla tekrar yazmaya başlaması ile dışa vurduğu coşkulu ve yüksek egolu mutluluğu bir sanatçı karakteri üzerine çok şey söylüyor kuşkusuz. Yazarlığını besleyen kasaba halkının tüm ikiyüzlülüklerini onları eserlerinde eleştirel bir şekilde kullanarak “değerlendiren” başarılı yazarın bir insan olarak portresinin beklenenden çok farklı olabileceğini, bir başka ifade ile söylersek, sanat eserleri ile o eserleri yaratan insanın değerlerinin çok farklı olabileceğini hatırlatıyor bize film. Hikâyesinin dramatizasyonu zaman zaman zorlama görünse de, senaryonun filmi bir “sanat ve sanatçı filmi” klişesinden uzak tutma başarısını gösterdiğini belirtmek gerek. Yönetmenlerin görsel anlamda çok özel bir iş çıkarmamış olmaları filmi bir parça zayıflatmış olsa da ilgiyi hak eden bir çalışma bu.
(“The Distinguished Citizen” – “Saygın Vatandaş”)