Pride and Glory – Gavin O’Connor (2008)

“Çocukken polis olmak dışında bir şey konuşmazdık. Ne oldu da bu hale geldik?”

Mesleğine bağlılık ve dürüstlük ile aile ilişkileri arasında kalan, idealleri ile haraket etmeye çalışan bir polisin hikâyesi.

Amerikan sinemasından sistemin temel kurumları içindeki yozlaşmaya ve bu yozlaşmanın yine sistemin içinden çözülmesi mücadelesi üzerine iyi anlatılmış, klasik kalıplara uygun ve Edward Norton’un oyunu ile güç kattığı bir film. Polis teşkilatı içindeki yozlaşmayı anlatan “Serpico” gibi çok daha iyi örnekler var elbette ama bu film kahramanımızın kökten polis olan ailesini de hikâyeye katarak dramın gücünü artırmayı deneyen ve kimi anlarında da bunu başaran bir çalışma.

Babanın, iki oğlunun ve damadının polis olduğu bu aile yasalara saygılı ve onu korumak için çalışan, dürüst ve iyi insanlardan oluşan bir resim veriyor filmin başlarında ve tek olumsuzluk oğullardan birinin eşi olan ve Jennifer Ehle tarafından hüzünlü bir şekilde canlandırılan kadının hastalığı. Bir de Norton’un eşi ile olan problemleri var. Film ailedeki sorunu ve Colin Farrell tarafından standart oyunu ile canlandırılan damadın bulaştığı işleri çok çabuk ele vererek gerilimi Norton’un kendini içinde bulduğu ikilem üzerinden götürmeyi tercih ediyor. Bir adamın açığa çıkmasının sevdiklerine, arkadaşlarına ve tüm bir kuruma zarar vereceği bir olayın peşinde koşarken hissettiği yalnızlık ve trajedi kendi başına etki gücü taşıyan bir olgu ve film belki de bu çarpıcılığın çok fazla veya yeterince üzerine gitmeyerek kendi elini zayıflatıyor. Edward Norton’un dürüst polisi aile içinde başka seçimleri ile de ayrıksı bir yerde duruyor aslında. İki yıl önce polis arkadaşlarına zarar vermemek için yalan söyleyen ve bunun yükü ile pasif bir göreve geçen bu yetenekli adam ailenin tüm “beyazlığına”, İrlandalı ve Galli kökenlerine karşın bir siyah ile evlenmiş örneğin. Senaryo onun beyin gücü ile Farrell’ın kol gücünü de karşı karşıya getiriyor sık sık hikâye boyunca. Farrell’ın yetersizliğini ve buna bağlı olarak ailenin üç erkeği arasında kendini ezilmiş hissetmesini sanki onun yanlışları için de bir açıklama gibi gösteriyor film.

Film aile, gelenekler ve güce de epey prim veriyor aslında. Tüm o bayraklı ve silahlı törenler, babanın sık sık yaptığı gurur ve gelenek konuşmaları belki yozlaşma ile zıtlık yaratması açısından yer alıyor filmde ama “militarizme ve geleneklere övgü” olarak algılanmaya da çok açık bir tarzda getiriliyorlar karşımıza. Sanki bu değerlerin bu kadar güçlü ve önemli olması onlara aykırı davranılmasını işte bu kadar trajik kılan diyen bir hikâye var karşımızda.

Peki film neden yeterince vurucu değil veya arzu eder göründüğü o şok etkisini yaratmıyor? Sanırım en temel neden hikâyenin yeterince orijinal olmaması. Benzer hikâyeleri anlatan pek çok film çekildi bugüne dek Amerikan sinemasında ve “Serpico” örneğinde olduğu gibi çok daha iyileri. Bu filmdeki Norton’un yalnızlığı örneğin bir “Copeland” filminde çok daha iyi anlatılmıştı. Filmin teknik yönü güçlü ama zaman zaman sıkı bir polisiye dizisinden bir bölüm izler gibi oluyorsunuz. Sonlarda yer alan bardaki ikili kavga sahnesi Farrell’a onurunu koruması ve kaybetmeyi daha olgunlukla karşılaması için bir fırsat vermesi açısından bakılırsa akıllıca görünen ama sonuçta pek de gerçekçi durmayan bir sahne olmuş. Özetle güvenlik güçlerinin kötülüklerini çok net göstermekten çekinmeyen, çözümü bir kahramandan bekleyen sorumluluk sahibi filmlerden biri ve akıcı anlatımı ile de ilgiyi hak ediyor.

(“Zafer ve Gurur”)