“O en azından çorbayı içmeyi denedi. Senin gibi çatalını fasulyeye batırıp sanırım içeride biri var demedi”
Tutkulu bir evliliğe adım atan genç bir çiftin birbirlerini tanıma ve birbirlerine alışma dönemlerinin hikâyesi.
Neil Simon’ın kendi oyunundan senaryolaştırdığı ve kısa filmografisi ağırlıklı olarak bu tür karakter komedileri ile dolu olan Gene Saks’ın yönettiği bu film 60’lı yılların özgür havasından esintiler taşıyan ama elbette bu özgürlüğün parkta çıplak ayakla gezinmek ile bağdaştırıldığı türden bir Hollywood komedisi. Robert Redford ve Jane Fonda gibi iki büyük oyuncunun başrolleri paylaştığı film kimi anlarında epey komik ve rolü ile Oscar’a aday olan ve genç kadının annesini canlandıran Mildred Natwick’in sürüklediği bir çalışma. Sonu başından belli olan türden ve aslında bir hikâyesi olduğu da pek söylenemeyecek olan film gülümseten yanının ağır bastığı romantik komedilerden.
Asansörsüz bir apartmanın beşinci katında yaşayan çiftin ziyaretçilerinin beş kat merdiveni tırmandıktan sonraki halleri filme en komik sahnelerini kazandırıyor ve Natwick’in kayınvalide karakterinden kargo elemanına ve telefoncuya pek çok karakter bu nefes nefese kalma sahnelerinde oldukça komik olmayı başarıyorlar. Aynı rolü tiyatroda da canlandırmış olan Robert Redford kendi nefessiz kalma sahnesinde ise diğerleri kadar çarpıcı değil ama genel olarak “cool” karakterini inandırıcı kılmayı başarıyor. Jane Fonda yine güçlü, keyifli ve dinamik bir oyunculuk ile Natwick’in başarısına eşlik ediyor. Yaşlı çapkın rolündeki Charles Boyer karakterinin fazlası ile klişe olmasının dezavantajlarını yaşasa da hikâyesindeki olay örgüsünün zayıf kaldığı ve anlaşılan bunun pek de önemli olmadığı filmi diğer üç oyuncu ile birlikte kurtarmayı başarıyor.
Ağırlıklı olarak bir oda içinde geçen film zaman zaman dışarı çıkarıyor karakterlerini ama bu sahneler ya hikâyeye sonradan yedirildiği açık olan bölümler (örneğin kış ayazındaki feribot yolculuğu) ya da Arnavut lokantasındaki gibi komik olsa da ne olacağının ve sizi neyin güldüreceğini önceden rahatlıkla tahmin edebileceğiniz türden. Bunun dışında Redford’un ciddi ve muhafazakâr karakteri ile Fonda’nın hayat dolu ve komik karakterinin çatışmasından ortaya nasıl bir sonuç çıkacağı ve hikâyenin nasıl gelişeceği baştan zaten belli ama Simon’ın kimi komik diyalogları ve oyuncularının performansı filmi seyredilir kılmaya yetiyor. Yoksa bahsettiğim çatışmanın ne çözümünü ciddiye almaya gerek var ne de bu çatışma üzerinden 60’lı yılların özgürlükçü havasına değinmeler yapılmasını beklemek anlamlı. Kariyerlerinin başları diyebileceğimiz dönemlerindeki gençlikleri ve güzellikleri ile perdeyi aydınlatan Redford ve Fonda ikilisini bir arada görmenin bile belki de tek başına cazibe kaynağı olduğu film özetle çoğunlukla orta karar seviyelerde gezinen ve kimi anlarında sevimli olmayı da başaran, müziği ve şarkısının da filmin çekildiği dönemin ve hikâyenin ruhuna uygun düştüğü bir komedi. Her ne kadar filmin sonunda “olması gereken” şekilde iki mutlu çift ile bitiyor hikâye ama objektif gözle bakınca bu çiftlerin yanlış eşleştiğini söylemek gerek. Fonda Boyer ile, Redford da Natwick ile eşleşse Amerikan usulü “uzlaşma” mesajlarına da gerek kalmazmış.
(“Parkta Çıplak Ayak”)