Altın Gözlük – Giorgio Bassani

İtalyan yazar Giorgio Bassani’nin 1958 tarihli romanı. Faşist yönetim altındaki İtalya’da, Ferrara şehrinde geçen hikâye yazarın kendi hayatından izler de taşıyor ve onun ağzından anlatılıyor. İtalya adım adım faşizmin içinde boğulurken, şehirdeki eşcinsel bir doktoru ve yazarın da bir parçası olduğu Yahudi toplumunu bu yeni dünyada bekleyen trajedileri, kişisel görünen ama işin içyüzünün hiç de öyle olmadığını güçlü bir biçimde hissettiren bir dil ve içerik ile anlatmış Bassani. Yazarın, en çok bilineni 1962 tarihli “Finzi-Contini’lerin Bahçesi” (Il Giardino dei Finzi-Contini) olan ve Ferrara’da geçen pek çok eserinden biri olan kitap, yeni düzenin cinsel yönelimi ve etnik kimliği nedeni ile dışladığı biri orta yaşlı diğeri genç iki karakteri üzerinden baskıcı bir rejimin yalnızlığa ittiği bireylerin içine düştükleri boşluğu okuyucunun ruhuna ve aklına hitap ederek dile getirmesi ile çok önemli bir edebiyat yapıtı.

Yazarın “Finzi-Contini’lerin Bahçesi” adlı eseri Vittorio de Sica tarafından sinemaya uyarlanmış ve film Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünün yanında, Berlin’de de Altın Ayı’yı kazanmıştı. 1956 tarihli ve yine Ferrara’da geçen “La Lunga Notte del ’43“ adlı kısa hikâyesi gibi, “Altın Gözlük” de sinemada hayat bulmuş. Giuliano Montaldo’nun yönettiği, Philippe Noiret ve Rupert Everett’ın doktoru ve edebiyat öğrencisini canlandırdığı 1987 tarihli film Venedik’te yarışmış ve Bassani’nin kısa romanından hayli sapmaları ve eklemeleri olsa da beğenilen bir yapıt olmuştu. Kitapta ilk paragrafta doktorun “içler acısı son”undan söz ediliyor ama bu sonun tam olarak ne olduğu belirtilmiyor; filmde ise bu son en baştan söyleniyor seyirciye ve sonra hikâye uzun bir geri dönüşle anlatılıyor.

Bassani’nin kendisini edebiyat öğrencisi olarak kullandığı ve kendi ağzından anlattığı roman uzun yıllardır kulak-burun-boğaz doktoru olarak çalıştığı Ferrara’da herkesin güvendiği, iyi bir insan olarak tanıdığı ve popüler olan Fadigati üzerinden ilerliyor başlangıçta. Gizemli bir hayatı olan, kırk yaşına yakın olduğu halde hâlâ evlenmemiş Fadigati hakkında şehir halkının aralarındaki konuşmalar, şüpheler ve dedikodular başlangıçta çok da önemli görünmüyor ve halkın görmezden gelmeyi tercih etmesi yüzünden pek de bir sorun yokmuş gibi duruyor; ama doktorun, yazarın da tanıdığı gençlerden biri olan ve başlarda diğerlerinin aksine doktora sürekli olarak kaba davranan Deliliers ile bir tatil yöresinde halkın karşına çıkması dedikoduları çoğaltttığı gibi, adam için de trajik günlerin başlamasına yol açıyor. Yahudi genç öğrenci ise, anne ve babasının Mussolini yönetimi altındaki Yahudilerin Almanya’dakilerin aksine sıkıntı yaşamayacağına yönelik umutlarını paylaşmamakta, doktorla arkadaşlığı sürdürürken hem onun hem bir Yahudi olarak kendisinin başına gelecekler konusunda endişe taşımaktadır. Tıpkı “gündüzleri saygı görse de, geceleri görmezden gelinen” doktorun hayatı gibi onun ve ait olduğu toplumun hayatının da değişececeği açıktır çünkü.

Aralarına girmeye çalıştığı genç üniversitelilerle olan ilişkileri; sinemada ait olduğu burjuva sınıfı gibi balkonda değil, salonda halkın arasında oturması ve en önemlisi de Deliliers ile sonuçsuz ve kendisinin kullanılmasına yol açacağı açık olan beraberliği üzerinden oldukça kırılgan bir doktor karakteri yaratmış Bassani. Faşist bir yönetimde, insanların farklılarının en sert biçimde cezalandırıldığı bir sistemde, eşcinsel ve/veya yahudi olmanın yarattığı tedirginliği, gizlenme ihtiyacını (ya da zorunluluğunu) ve kaçmakla rol yapmak arasında sıkışıp kalmayı incelikle yedirmiş kitaba Bassani ve kitabın sonundaki sadeliğin de bir örneği olduğu gibi, provokatif bir yaklaşımdan uzak durmuş. Kendisi de Yahudi olan, ilk kitabını 1940’ta etnik kimliğini ele vermeyecek bir takma isimle yayımlamak zorunda kalan ve anti-faşist eylemleri yüzünden 1943 Mayıs ayında tutuklandıktan sonra, Mussolini’nin görevden alındığı Temmuz ayına kadar cezaevinde kalan Bassani’nin kişisel açıdan da hassas olan bir konuyu böyle bir serinkanlılıkla ele alması kitabın değerini artırmış kesinlikle.

“İnsan kendi doğasına teslim olabilir mi?” diyor doktor bir konuşmasında yazara ve kitap da kendi doğasına teslim olamayanları, en azından bunu istese bile yapmasına izin verilmeyenleri sade ve usta bir dil ile anlatıyor. Bassani’nin yapıtının bir diğer başarısı da hikâyenin geçtiği yer ve zamanı kitabın küçük hacmine rağmen güçlü ve derin bir şekilde hissettirebilmesi okura. Bir hüzün havasını hep koruyan, zarif bir yaklaşımdan her satırında beslenen ve karakterlerinden birinin boyun eğmesini diğerininse itiraz etmesini aynı özen ve tarafsızlıkla anlatan kitap onlara karşı olan tutum üzerinden bir toplumun faşizme kapılıp gitmesinin önemli bir resmini çiziyor.

(“Gli Occhiali d’Oro”)