Jorge Luis Borges’in hazırladığı “Babil Kitaplığı” serisinden yayımlanan ve İtalyan yazar Giovanni Papini’nin on ayrı hikâyesinin yer aldığı derleme. Borges’in bir hikâyesinden adını alan dizideki bu derlemenin önsözünde -serideki diğer kitaplarda olduğu gibi- Borges’in yazarı tanıtan ve hikâyeler hakkındaki kısa yorumlarını içeren bir metni de yer alıyor. Gazeteciliği, şairliği ve edebiyat eleştirmenliği de bulunan Papini 1930’lu yıllarda faşizme kaymış ve “İtalyan Edebiyatı Tarihi” adlı eserini Mussoline’ye ithaf edecek kadar da yakınlık göstermişti bu ideolojiye. Rejimle yakınlığının, yasal olarak hak etmediği halde Bologna Üniversitesi’nde öğretim üyesi olmasını sağlamasının yanısıra başka avantajlar da kazandırdığı yazar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gözden düşmüş doğal olarak ama bu durum İtalyan sağının onun yanında durmasına engel olmamış. Yazarın 1951 yılında yayımlanan ve hayalî röportajlarının yer aldığı “Il Libro Nero – Kara Kitap” adlı eserinin İspanyol diktatör Franco tarafından “komünist” Picasso’nun aleyhinde kullanıldığını düşünürsek, Papini’nin siyasî eğilimlerinin savaştan sonra da pek değişmediği söylenebilir sanırım. Oysa 1910’lu yıllardaki eserlerinde ateist görüşlerini açıkça belirten ve İsa ile Vaftizci Yahya arasında eşcinsel ilişki olduğunu öne sürecek kadar radikal görüşlere sahip bir yazarmış Papini.
Borges önsözde “Papini’nin hak etmediği bir biçimde unutulmuş olduğu”ndan kuşku duymadığını söylerken, bu kitaptaki öykülerin “insanın melankoliye ve alacakaranlığa eğilimli olduğu bir çağın ürünleri” olduğunu belirtiyor. Öykülerin tümünü birinci ağızdan yazmış yazar ve Borges’in ifadesi ile “gerçek görünmesini istemediği” bu eserlerinde kimi ortak temalar kullanmış. İntihar, ölüm, kimlik ve zaman gibi temalar on hikâyede de bir şekilde öne çıkıyor ve bir derleme olan kitabın bütüncül bir içeriğe sahip olmasını sağlıyor. Kimliğinden mutlu olmamak ve/veya yeni bir kimliği arzu etmek, intihar etmek, zamanın durdurulamazlığının neden olduğu hüzün ve melankoli gibi başlıklarla anılabilecek olan öykülerin tamamı hep bir kaybetme duygusunu da getiriyor okuyucunun önüne; bu bağlamda ele alınca da tüm gerçek-dışılığı ve gerilimi kadar ve zaman zaman onlardan da öte bir kırıklık havası ağır basıyor kitapta.
“Havuzda İki Yansı” adlı ilk hikâyede suda kendisine bakan ve kendisinin “7 yıl önceki hâli” olan bir yüzü gören adamın yaşadıkları anlatılıyor. Yazar bu “eski ben”i beğenmez ve hatta küçümserken, “şimdiki ben”in de bir gün “eski ben” olacağını hatırlatıyor okuyucuya. Bu kimlik tartışması bir sonraki öykü olan “Saçma Sapan Bir Öykü”de de ortaya çıkıyor. Kendisine getirilen bir öyküyü okuyan yazar, okuduğunun tamamen kendi hayatı olduğunu ama öyküyü yazanın kendisini hiç tanımadığını fark ediyor ve dehşete kapılıyor. Her iki öykü de yazarın “kendisini öldürmesi” ile sonuçlanıyor ve bu açıdan da bir ortaklığa sahipler.
“Zihinsel Bir Ölüm”, “yaşamın anlamının ölümde, yalnızca ölümde olduğuna” inanan bir adamın “ölmek isteme düşüncesinin zoru ile ölmek” yolu ile intiharını anlatıyor tedirgin edici bir şekilde. “Beyefendinin Son Ziyareti”, Shakespeare’in “The Tempest – Fırtına” adlı oyunundaki Prospero karakterinin bir cümlesine gönderme yaparak (“Sizin düşlerinizin yapıldığı kumaştanım ben”), bir düşün görüntüsü olduğuna inanan bir adamın kendisini düşleyen kişinin kim olduğunu (sahibinin kim olduğunu) sorgulamasını anlatıyor ve yine bir kimlik sorgulamasının izini sürüyor. “Neysem O Olmak İstemiyorum Artık” adlı öyküde de kimlik kavramı, bu kez kimliğin ret edilmesi biçiminde çıkıyor karşımıza ve “bedeninden ve ruhundan kurtulmak isteyen” bir adamı anlatıyor.
“Sen Kimsin?” başlıklı öykü de kimlik kavramı üzerinden ilerliyor ve “Ben, başkalarının kendisi için var olmadıkları biriyim” diyen bir adamın tüm tanıdıklarının birden onu tanımadıklarını söylemesi üzerine kendisine “kimsin sen” diye soran bir adamın trajedisine odaklanıyor. “Ruh Dilencisi” maddî olarak çok zor durumdaki bir yazarın (“ekmek ve şöhret açlığı” çekiyor yazar) “tamamen sıradan bir yaşama sahip” birisine hayatını anlattırmaya çabalamasını sergiliyor. “Başkasının Yerine Canına Kıymak”, İsa’nın insanlık için ölmesine benzer şekilde, arkadaşı için ölen bir adamın gereksiz fedakârlığını anlatıyor.
Kitaba adını veren “Kaçan Ayna” ise insanın yarın için bugünden hazırlanmasını öven bir adama karşı, “Bütün bir şimdinin bir gelecek uğruna feda edildiğini, o geleceğin de şimdiki zamana dönüşeceğini, bir başka geleceğe feda edileceğini…” öne süren yazarın tartışmasına odaklanıyor ve “kaçan ayna” metaforu ile etkiliyor okuyucuyu. Son hikâye olan “Ödenmeyen Gün”; yaşlı bir prensesin sırrını, zamanın geçmesi, kaybolan gençlik, yaşlanma ve ölüm üzerinden çarpıcı bir biçimde anlatıyor ve kitaba sağlam bir kapanış sağlıyor.
(“Lo Specchio che Fugge”)