Im Labyrinth des Schweigens – Giulio Ricciarelli (2014)

Im Labyrinth des Schweigens“Tüm bu yalanların ve sessizliğin sona ermesini istiyorum”

Auschwitz Kampı’nda görev yapan ama savaşın bitiminden sonra herhangi bir ceza almadan topluma karışan Nazi subaylarını adalet önüne çıkarmaya çalışan bir savcının hikâyesi.

Almanya’da çalışan İtalyan yönetmen Giulio Ricciarelli’nin yönettiği ve senaryosunu Elisabeth Bartel ile birlikte yazdığı bir Almanya yapımı. Yüzleşmenin çok güç ama zorunlu olduğu bir suçun ağırlığını üzerinde taşıyan bir ülkede bu suça ve özellikle de suçu işleyenlere dürüst yaklaşması ile dikkat çeken film gerçek bir hikâyeyi eklediği kimi kurgusal karakterlerle anlatıyor ki davayı üstlenen ve filmin kahramanı olan savcı da bunlardan biri. İnsanlık tarihinin en ağır suçlarından birini işleyen kişilerin peşine düşen savcının karşılaştığı engelleri de odağına alan film hayli çekici bir konuyu belki yeterince güçlü bir sinema dili ile anlatmıyor ve fazlası ile alışılmış yollardan gidiyor ama bizim gibi tarihin sadece “resmî” gerçeklerine inanan ülkelere örnek olacak dürüstlüğü ve tüm bireylerin şu ya da bu ölçüde parçası olduğu bir suçla yüzleşmek gerektiğini hatırlatması ile önemli olan ve görülmeyi hak eden bir çalışma karşımızdaki.

Filme konu olan Frankfurt duruşmaları Aralık 1963 ile Ağustos 1965 arasında görülmüş ve yargılanan 22 kamp görevlisi subay çeşitli cezalara çarptırılmış. Savaşın bitmesinden tam on sekiz yıl sonra yargılanan ve kampta ciddi insanlık suçları işlemiş olan bu kişilerin adalet önüne çıkarılana kadar sıradan vatandaşlar olarak öğretmenlik, fırıncılık veya iş adamları olarak hayatlarını sürdürebiliyor olmaları hikâyenin altını haklı olarak ısrarla çizdiği çarpıcı bir husus ve film bunu yaparken ilgili her bireyi ve kurumu eleştirmekten geri durmuyor. “Etrafına bir bak: Herşeyin üzeri örtülüyor.Gerçekler bilinsin istenmiyor” diyor karakterlerden biri savcıya. Alman hükümetinden Alman halkına ve ülkedeki resmî Amerikalı kurumlara kadar herkes bu üzerini örtme çabasının ille de kötü bir niyet taşımadan parçası olmuş durumda. Kimi ülkenin artık huzura kavuşmasını ve yaşananları geride bırakmasını istediği için, kimi ise herkesin bir parçası olduğu suçtan dolayı nerede ise tüm bir ülkeyi yargılamanın imkânsızlığından ötürü, olan bitenin üzerini örtmeye çalışıyor. Mesleğinde yeni olan genç savcının baş savcıdan (gerçek bir karakter olan Bauer bu isim) aldığı destekle dava için çalışırken keşfettiği ve bazıları kendisi ile ilgili gerçekler hikâyenin gerçek olduğunu da bildiğiniz için hayli etkileyici. Örneğin Auschwitz’den sağ kurtulan ama fiziksel ve/veya ruhsal olarak yaralanmış kurbanların ifadelerine seslerini duymadan tanık olduğumuz sahne onların, savcının ve ifadeleri not alan sekreterin yüz ifadeleri ile kesinlikle etkiliyor seyredeni ve bu sahne bir ciddi gerçeği de işaret ediyor bize: Alman halkının savaş boyunca Naziler tarafından işlenen suçlar konusundaki bilgisizliği veya bilmemeyi tercih etmeleri. Totaliter rejimlerde kitlelerin genellikle takındığı bir tavır bu ve filmin hikâyesi boyunca da sıklıkla tanık oluyoruz bu duruma.

Savcıların çoğunun eski Nazilerle ilgili dava açmaktan kaçınması, polisin ve bürokrasinin sürekli olarak bir şeylerin üzerini örtmeye çalışması, Mengele gibi en ağır insanlık suçlarını işlemiş birinin rahatlıkla ülkeye girip çıkabilmesi ve pek çok kişinin yaptıklarını emirlere uymak veya savaş koşullarının gereği olarak tanımlaması savcının işinin ne kadar zor olduğunu söylüyor bize. Zor ve önemli bir dava bu anlatılan ve sinema açısından da çok şey vaat ediyor kesinlikle. Filmin aksadığı en temel nokta ise bu vaatlerin karşılığını yeterince üretememiş olması. Zaman zaman bir televizyon filminin geniş kitleleri rahatsız etmeyecek ve zorlamayacak kuralları içinde ilerleyen, görsel olarak da beklenenin dışına çıkmayan tercihleri ile film seyirciyi sineması ile değil anlattığı ile sarsan bir yapım olarak görünüyor genel olarak. Gerçek bir hikâyeye baş karakter olarak kurgusal bir karakterin eklenmesi veya kimi gerçekçilik problemleri (örneğin savcının nerede ise tüm soruşturmayı bir gazeteci ile yapması ve hatta Mengele’yi yakalamaya onunla gitmesi) de filmin etkileyiciliğini azaltıyor. O sırada çocuk yaşta olan her Alman vatandaşının babasının katil olup olmadığnı merak etmesine neden olabilecek bir sürecin “dehşet”ini hak ettiği kadar görselleştirememiş bir başka ifade ile filmimiz. Trajediyi sözlerine olduğu kadar görselliğine de yansıtabilse parlak bir sinema eseri ile karşılaşabilirmişiz açıkçası.

Filmi önemli eksikliklerine rağmen görmeye değer kılan sadece anlattığının önemi değil kuşkusuz. Genç savcıyı oynayan Alexander Fehling’in duygusal açıdan kolayca abartılmaya yatkın bir rolü doğru bir tercihle oldukça ekonomik bir oyunculukla canlandırması ve çekimlerden kısa bir süre sonra hayatını kaybeden, başsavcı rolündeki Gert Voss’un yine sade ama karakterinin içine girdikleri işin öneminin farkında olduğunu hissettiren usta oyunu var öncelikle takdir edilmesi gereken. Ayrıca, yönetmen Giulio Ricciarelli’nin sade ve hikâyenin önüne geçmeyen dili de (evet, zaman zaman sinemadan çok televizyona yakın olsa da) özellikle geniş kitleler için hikâyeyi kolayca içine girilebilir hale getirmiş ki anlatılanın önemini düşündüğünüzde bunu da olumlu unsurları arasına koymak gerekiyor filmin. Son bir not olarak, tüm bir ülkeyi anlatan hikâyenin karakterlerin bireysel hikâyeleri ile akıllıca iç içe geçirildiğini de eklemek gerekiyor ki bu da filmi bir tarih dersi olmaktan uzak tutmakta işe yaramış. Zaman zaman didaktik bir tavrın diyaloglara yansıdığını da düşünürsek, bu da hayli önemli bu didaktizmi dengelemek açısından. Ticarî sinemanın gereği olarak filme eklenmiş görünen aşk hikâyesi ise olmasa daha iyi olurmuş film açısından. Tüm bir topluma bulaşmış olan bir suçla yüzleşmek ve bu arada yeni bir toplum/ülke inşa etmenin güçlüğünü yeterince güçlü ifade edememiş olsa da görülmeye değer bir film bu. Özetle, Auschwitz’in nasıl var olabildiğine değil ama orada yapılanlara, suçlulara, kurbanlara ve yüzleşmeye odaklanan dürüst bir sinema eseri.

(“Labyrinth of Lies” – “Yalan Labirenti”)