“İngilizleri sevmiyorum. Hızlı konuşup yavaş savaşıyorlar”
İkinci Dünya Savaşında bir İngiliz kadın ile biri İngiliz diğeri Amerikalı iki subay arasında gelişen aşkların hikâyesi.
Adının ima ettiğinin aksine Normandiya çıkarmasını değil, finali o gün belli olan iki aşkın başlangıcına ve gelişimine odaklanan ve yaklaşık beş dakika süren savaş sahneleri dışında romantizmin ve dramın öne çıktığı bir film. Bu açıdan bakıldığında filmin adının hayli yanıltıcı olduğunu söylemek gerek.
Kısa ama başarılı savaş sahneleri ile dikkat çeken film “ne zaman gökyüzünde ay olursa, benimle birlikte ona baktığını hayal edeceksin” gibi sözlerle bezenmiş bir senaryoya sahip olsa da yine de kendisini seyretirmeyi başaran bir akışa sahip. Söz verdiği bir adam ile yeni tanıştığı ve evli bir başka adam arasında kalan kadının hikâyesi her ne kadar klasik Holywood kalıpları içinde anlatılmış olsa da ve romantizmi özellikle Robert Taylor’ın biraz kaba oyunundan zarar görse de savaş zamanlarına özgü bir durumu gündeme getiriyor bu film; sevdiklerinden uzakta savaşta olan erkeklerin veya onların geride bıraktığı kadınların başka sevgilere yelken açması veya bir başka deyişle bu tür “aldatmaların” savaşın o kendine özgü koşulları altında normal zamanların kuralları içinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği. Ellili yıllarda çekilmiş bir Hollywood filminden bu temanın altını çiziyor olmasını beklemek doğru değil elbette ama yine de filmin bu açıdan kendi dönemindeki diğer filmlere göre ayrıksı bir noktada durduğu açık. Buna belki şunu da eklemek gerek: Film yine dönemin diğer savaş filmlerinin ortalamasından ayrı bir yerde duruyor ve savaşta öne çıkarılan Amerikan kahramanlığı olmuyor. Aksine İngiliz, Kanadalı ve Amerikalı güçlerin işbirliği öne çıkarılıyor film boyunca.
Amerikalı subayı canlandıran Taylor’ın vasat oyununun yanında İngiliz subayı oynayan Richard Todd ve iki erkek arasında kalan kadın rolündeki Dana Wynter hayli başarılı görünüyorlar. Özellikle Todd’un filmde görece daha az görünmesine rağmen asıl iz bırakan oyuncu olması dikkat çekiyor. Film kendisini seyrettirmeyi başarıyor ama isminin yanıltıcılığı dışında başka temel eksiklikleri de var. Öncelikle filmin nerede ise ilk yarısı çok yavaş geçiyor ve bu “yavaşlık” ne seyredeni sonraki olaylara hazırlamak gibi bir işleve sahip ne de özel bir atmosfer yaratmanın peşinde filmin yaratıcıları. Bu durağanlık da filme zarar veriyor elbette. Ordu içindeki bürokrasinin ve özellikle subaylar arasındaki çekişmelerin gösteriliyor olması bir artı puan getiriyor filme ama bu olgular filme bırakın bir anti-militarist hava sağlamayı, hikâye “bir kadın ve iki erkek” teması üzerine odaklanmayı seçtiği için havada kaldıkları bile söylenebilir. Hikâye finalde aldığı biçimle sonuçta “yerleşik ahlâki standartlar” açısından doğru olana kavuşuyor ama herkesin kaybettiği bir sonun mutlu bir son olmadığı açık elbette.
Almanların elbette çoğunlukla olduğu gibi “karşıdaki belirsiz bir insan grubu” olup çarpışmayı/savaşı kaybettikleri bu Amerikan filmi, klasik anlatımın dışına çıktığı (örneğin sahildeki hafta sonu kaçamağı) sahneler ve asıl odağının dışında bırakıp öylesine değinir gibi oldukları ile dikkat çeken ve savaş sahnelerinde başarılı ama bunun dışında özel bir çekiciliği olmayan bir çalışma. Üstelik imdb.com ortamındaki yorumlarda bir Amerikan-İngiliz çekişmesine neden olmuş olsa da film üstelik hikâye de buna fırsat vermişken bu “farklılığın” üzerine hemen hiç gitmeyerek bir fırsatı da kaçırıyor sanki.
(“Kurtuluş Günü”)