Honja Saneun Saramdeul – Hong Seong-eun (2021)

“Açıkçası, ben de tek başına yemek yiyecek biri değilim. Yalnız uyuyacak ya da otobüse yalnz binecek biri değilim. Tek başıma sigara içmeyi de sevmiyorum. Tek başıma hiç iyi değilim, sadece öyleymiş gibi yapıyorum”

Tüm hayatını katı bir yalnızlık üzerine kuran ve insanlarla ilişki kurmaktan özenle kaçınan bir çağrı merkezi çalışanının, bu seçimini sorgulatan olaylarla karşı karşıya kalmasının hikâyesi.

Hong Sung-eun’un yazdığı ve yönettiği bir Güney Kore yapımı. Büyük şehirlerdeki modern ve yalnız yaşamlardan birini alçak gönülü bir sinema dili ve kurgusunu da üstlendiği bir film ile anlatan yönetmen; yalnızlığın, özellikle de münzevilik boyutuna ulaşan bir yalnızlığın insan doğası ile uyumsuzluğunu yalınlıktan hiç taviz vermeyen bir öykü ile getiriyor karşımıza. Başrolde, televizyon dizilerinden sonra ilk kez bir sinema filminde oynayan Gong Seung-yeon’un, karakterinin soğukluğunu çok iyi yansıtan sade performansı ile dikkat çektiği yapıt, hikâyesindeki hortlak unsurunu doğru ve dozunda kullanan ve öyküsünün“küçük”lüğünün ortalama bir seyirciyi veya bir filmden öncelikle aksiyon (fiziksel veya duygusal) bekleyenleri tatmin etmeyebileceği başarılı bir çalışma.

Bir kredi kartları çağrı merkezinde çalışan ve takımın en başarılı üyesi olan Jina bir büyük şehir yalnızı. Onun yalnızlığı gün boyunca, her türlü histen arındırılmış ve oldukça profesyonel bir şekilde cevapladığı çağrılar dışında insanlarla hemen hiç iletişim kurmamak ve tüm boş zamanını bir ekrana (cep telefonu veya televizyon) bakarak geçirmekle tanımlanabilecek bir yaşam şekline dönüşmüş durumda. Yakın zamanda annesini kaybeden, babasının iletişim çabalarını ret eden, iş yerindeki sigara ve yemek molalarını herkesten uzak durarak geçiren Jina’nın bu radikal boyutlara varan tercihinin özel bir nedenini söylemiyor öykü bize. Bu belirsizlik, genç kadını bir bakıma modern dünyadaki “yalnızlar”ın, ya da filmin orijinal adı ile söylersek, “yalnız yaşayan insanlar”ın sembolü kılıyor. Annesinin açılan vasiyeti, hiç yüz vermediği ve konuşmadığı yan komşusunun başına gelenler, yeni komşusu ve çağrı merkezinde eğitmesi için yanına verilen genç kızın yarattığı küçük etkiler Jina’yı yaşamı ile ilgili olarak bir sorgulamaya itecektir.

2021’de yayınlanan bir istastiğe göre Seul’de evlerin %33’ünde sadece tek bir birey yaşıyormuş ve ölümü sırasında evde tek başına olanların oranı da 2017’den 2021’e %40 artmış. Batı’da da benzer bir durum var elbette (örneğin Avrupa Birliği’nde tek bireyli evlerin oranı 2013’ten 2023’e %21 artmış) ama kapitalizmin göz bebeği olan Güney Kore’deki “yalnızlık” çok daha ileri boyutta. Hong Sung-eun da bu yalnız insanlardan biriymiş ve tek başına sürdüğü bir yaşamdan keyif alıyor olsa da, Kore dilinde “godoksa” sözcüğü ile ifade edilen “yalnız ölüm”lerle ilgili bir belgesel seyrettikten sonra kaygılanmaya başlamış. Bu yalnız ölümleri daha da vahim kılan, cesedin bazen haftalarca, hatta aylarca kimse tarafından fark edilmemesi olsa gerek ki herhalde Hong Sung-eun’u endişelendiren ve senaryoyu yazmaya itenlerden biri de budur. Öykünün kahramanının yaşadığı ve büyük şehirlerde birer odadan oluşan dev apartman bloklarındaki evler işte bu yalnız yaşamların sürdürüldüğü yerler ve öykünün kahramanı Jina’nın tercihi en ileri uçta olsa da, bu apartmanların sakinlerinin her biri birer Jina aslında.

Kapitalizm yalnızlığı teşvik eden bir düzen kuşkusuz. Özel bağları olmayan bir insanın işine, “üretkenliğe” ve tüketmeye daha fazla öncelik tanıma esnekliğine sahip olduğu da tartışılmaz bir gerçek olsa gerek. Güney Kore’nin Kore Savaşı’ndan sonra Batı’nın sistemine ve düzenine, onları kıskandıracak bir hızda uyum göstermesinin ülkede “Jina”ların ortaya çıkmasına yol açtığını da söyleyebiliriz rahatlıkla. Ne var ki film bu konuya, en azından doğrudan hiç girmiyor ve kadının yaşam şeklinin arkasında yatanları sorgulamıyor ve hatta sorgulatmıyor da. Hikâyede yapay zekânın çağrı merkezi çalışanlarının işlerini ellerinden alması endişesi dışında bir “politik” hususa da yer verilmiyor ama yine de gördüğü resim üzerinden düşünen bir seyirci için politik okumalara kesinlikle açık bir öykü seyrettiğimiz. Jina’nın bir çağrı merkezi çalışanı olması bu okumayı daha da mümkün kılıyor. Performansı en kolay ve çabuk ölçülebilen, çalışanlarının üzerinde en çok baskı kurulabilen ve sömürülmeye en müsait işlerden birini yapıyor Jina ve onun takımın en başarılı üyesi olmasında (annesinin cenazesi nedeni ile iki gün izin almasına rağmen” birinci olmuştur ekip içinde) bir bakıma yaşam tarzının da etkisi olmuştur. Çağrı merkezini arayanların istekleri, soruları ve tepkileri ne olursa olsun, hep aynı profesyonellikle yaklaşmaktadır onlara Jina ve duygularından tamamen arınmaktadır onları cevaplarken. Bunu bu kadar başarı ile yapabilmesinin nedeni, onun kendi yaşamında da tüm duygularını unutmuş olmasıdır ve bu da ileri boyutlu yalnızlığın doğal bir sonucudur. Apartmanda yan odada yaşayan genç adamın selamlarına cevap bile vermemekte, tüm zamanını kulağında kulaklıkla telefon ya da televizyon ekranının karşısında geçirmektedir ve oturduğu yatağı titreten şiddetli bir gürültüyü bile sadece çok kısa süren ve adına merak bile denemeyecek bir tepki ile karşılarken görürüz onu.

Jina, annesinin ölümünden sonra yalnız kalan babasının arkadaş arayışını da, yanına verilen genç çalışanın ısrarla kendisi ile iletişim kurma çabasını da anlamaz ve tepki gösterir hatta. Annenin vasiyetindeki tercihi bu bağlamda önemli; çünkü bu tercih insanın ilişki kurmaya muhtaç bir canlı olduğunun -Jina’nın anlayamadığı- sonucudur aslında. Senaryo işte bu tercih ve babanın yalnızlığını gidermek için kilise cemaatine katılması gibi küçük örneklerle Jina’ya yaşamını sorgulatıyor. İşe yeni başlayan genç kızın çağrıları yanıtlarken duygusallıktan kurtulamamasını (“zaman makinesi icat eden” bir müşteri ile yaptığı konuşmaya tanık olduğumuz sahne filmin en parlak anlarından biri) ve yeni komşusunun iletişim girişimlerini de ekleyebiliriz bu örneklere. Hong Sung-eun sade senaryosu ve sinema dili ile Jina’nın sorgulama sürecinin altını hiç çizmeden anlatıyor öyküsünü ki bazı seyirciler için bu tercih onları filmden uzaklaştırıcı olabilir; çünkü hikâyenin tek aksiyonu bu değişim / dönüşüm ve onun keşfini nerede ise tamamen doğal akışına bırakmış yönetmen.

Öyküye bir “hortlak” unsuru yerleştirmek ilginç ve filmin geri kalan öğeleri ve atmosferi ile karşılaştırıldığında, ayrıksı da duruyor ilk bakışta; ama bu karakterin hayattayken Jina için nerede ise hiç var olmadığını (“Bir merhaba demen çok mu zor?”) ve, yalnız ve mutsuz ölümünün hortlağa dönüşmenin geleneksel nedenlerinden biri olduğunu düşününce, küçük ve hoş bir oyun olduğu ortaya çıkıyor bu öğenin. “Hortlak”ın filmin zaman zaman göz kırptığı kara mizah havasının en belirgin anlarından birinin yaratıcısı olduğunu da söyleyelim; genç adamın ölüm şekli bir yandan filmin “yalnız yaşama” temasının çarpıcı bir sembolü olurken, öte yandan yine bu yalnızlığın doğal bir sonucu olan “alışkanlığın” yol açtığı mizahı ile güldürüyor da. Yeni komşunun, bir öncekinin davranışlarını anımsatması da hoş bir buluş; çünkü Jina’nın eski ve yeni komşuları ile iletişim(sizliğ)i arasındaki benzerlik ve farklar da hikâyenin sorgulama ve dönüşüm temasını destekliyor.

Görüntüye iki kez giren “sokağa bırakılmış eşyalar” ve “ilk kez açılan perde” gibi ince buluşlar, genç çalışanın “Yanlış bir şey yapmadım, neden özür dileyeyim?” sahnesinin kritik önemi, Jina ve bu genç kızın taban tabana zıt durumlarının tetikleyiciliği, Jina’nın zırhını delen küçük gelişmelerin her birinin özenle işlenmesi ve Jina’nın ilk kez gülümsediği sahne gibi dikkat çekici unsurları olan yapıt, “insanın insanlarla -fiziksel ya da duygusal- teması (iletişimi) olduğu sürece anlam kazanan bir canlı olduğunu hatırlatan ve ilgiyi hak eden bir çalışma. Güney Kore’de 2000’lerle birlikte sayıları artan ve yemek yemek, seyahat etmek veya diğer eylemleri tek başlarına yapmayı tercih eden insanlar için kullanan “honjok” sözcüğüne uygun yaşayan Jina’nın öyküsünün çekici bir gerilimi de var ayrıca: Genç kadın gerçekten bir “honjok” mudur, yoksa -belki kendisi de farkında olmasa bile- sadece bir savunma mekanizması mıdır bu yaşam seçimi? Zaman zaman alçak gönüllülüğün dozu fazla görünse de ve seyircinin ilgisini çekmek için kolay yollara sapmayarak geniş kitlelerin işini zorlaştırsa da “yalnızlık” ile “yalnız olma”nın farkı üzerine önemli bir film bu.

(“Aloners”)