Coherence – James Ward Byrkit (2013)

“Milyonlarca farklı gerçek de olsa, her birinde karınla yatmış oluyorum”

Bir ev partisinde bir araya gelen sekiz kişinin dünyanın çok yakınından geçmekte olan bir kuyrukluyıldızın etkisi ile yaşadıkları garip olayların hikâyesi.

James Ward Byrkit bu ilk uzun metrajlı filminin hem senaryosunu yazmış hem de yönetmenliğini üstlenmiş. İngiliz ve Amerikan ortak yapımı olarak tek bir mekanda (yönetmenin kendi evinde) çekilen bu “minimalist” bilimkurgunun bütçesi sadece 50 Bin dolar ve oyuncular da yönetmenin hikâye ve karakterleri ile ilgili verdiği temel bilgileri kullanarak çoğunlukla doğaçlama çalışmışlar. Efektlere değil, hikâyesinin “zekâsına” dayanan film, paralel evrenlerde yaşanan paralel hayatlar üzerine ilgi çekici bir çalışma olarak özetlenebilir temel olarak. Hikâyeye kattığı gereksiz klişelerin yanısıra, seyredeni yorabilecek diyalog fazlalığı gibi kusurları da olsa ilgiyi hak eden bir film bu.

James Ward Byrkit ve hikâye boyunca hep el kamerası ile çalışan görüntü yönetmeni Nic Sadler hemen tamamı evin salonunda geçen ve nadiren karşımıza gelen dış sahnelerde de karanlığı tercih eden filmlerini görsellik açısından çekici kılmayı başarmaları ile dikkat çekiyorlar öncelikle. Dinamik kamera kullanımı ve karakterlerin filmin “gerçekçiliğinin” gereği olarak yoğun diyalogları seyirciden bir parça efor bekliyor gerçi ama hikâyesinin çekiciliği ile bu eforu kolaylaştırıyor çoğunlukla filmimiz. Hikâye ilerledikçe artan gerilimi, kısa süreli olarak görüntüye gelen kuyrukluyıldız dışında hemen hiç görsel efekt kullanılmamasına rağmen görselliğinde bir zayıflık hissettirmemesi ve meraklıları için zekâya hitap eden yanı ile kendisini ilgi ile seyrettiren bir film bu. Paralel evrenlerin gittikçe artan sayısı kahramanlarımızın yaşadığı dehşeti ve kendi gerçekliklerini sorgulamalarının korkunçluğunu artırmada işe yarıyor açıkçası ve Christopher Nolan’ın “Inception – Başlangıç” filmindeki “rüya içindeki rüya” sayısının görkemli kibirliği kadar rahatsız etmiyor; bir başka deyişle Nolan’ın filminin kendine hayranlığından uzak durmayı başarıyor bu küçük film.

Karakterler arasındaki kimi kişisel hikâyeleri asıl hikâyenin yeterince iyi bir parçası yapamamış görünen senaryoyu canlandıran sekiz oyuncunun sıkı bir takım oyunu verdiğini söylemek gerekiyor. Oyunculukları ile diğerlerinin önüne çıkmadan ve çoğunlukla doğaçlama diyaloglar ile karakterlerini gerçekçi kılmayı başarıyorlar. Hikâye tüm karakterlere eşit ağırlık vererek sekizini de seyirci için ilgi odağı yapıyor ve böylece belki yoğun ama seyri zevkli bir içeriğe sahip oluyor bir şekilde. Buna karşılık yan hikâyeler zorlama görünüyor ve paralel evrende yaşadıklarını keşfeden insanların herhalde en son akıllarına gelecek tutku ve kıskançlık gibi duyguları ve bir “ihanet” ihtimalini asıl hikâyeye sokarak yanlış yapıyor filmimiz. Belki zaten uzun olmayan süresini bir parça uzatmak için, belki gereksiz bir çekicilik çabasının sonucu eklenmiş bu yan hikâyeler ama, kendisinden birden fazla olduğunu keşfeden bir karakterin herhalde en son yapacağı şeyin, eski aşkını o sırada baştan çıkarmaya çalışmanın garipliği gibi durumlarla baş başa bırakmış seyirciyi bu tercihler.

“Schrödinger’in Kedisi”nden “Sliding Doors – Rastlantının Böylesi” filmine çeşitli göndermeleri olan film kader, gerçeklik, rastlantılar ve seçimler üzerine belki çok derinliği olmayan ama kesinlikle eğlendiren, özellikle ikinci yarısında gerilim yaratan ve çekiciliğini sadece korumakla kalmayıp düzenli olarak artıran bir çalışma. Bu anlamda, Byrkit hedeflediğine ulaşmış ve küçük ve ilginç bir film çekmeyi başarmış görünüyor. Hikâye boyunca karakterlerine (ve onlar üzerinden elbette seyircisine) üzerine düşünecekleri fikirler ve nesneler sunuyor ve böylelikle elinde tutuyor seyredenini. Keşke gerilimini elde etmek için zaman zaman “ani dokunuşlara” başvurmak yerine, hikâyenin potansiyel olarak zaten içerdiği öğeler ile yetinseymiş dememiz de gereken film, tahmin edilebilir ama temel derdine (kendini ve gerçeğin ne olduğunu sorgulamaya) uygun bir finale sahip. Yakın planlar, “kaba” kurgu ve doğaçlamadan kaynaklanan bir yoğunluğa sahip olan çalışmada, planları birbirine çoğunlukla ani kararmalarla bağlayan kurgucu Lance Pereira’nın bu tercihi filme hem bir şıklık katmış hem de adeta bir nefessizlik hissi yaratarak karakterlerin bulundukları evde (ve paralel evrenler arasındaki) sıkışmışlık hissinin bize yansımasını sağlamış.

Gerek paralel evrenler, gerekse bir evde toplanan karakterlerin “sıkışıp kalması” üzerine daha güçlü filmler var sinema tarihinde elbette ama James Ward Byrkit’in hedefi güçlü bir filmden ziyade yalın, küçük ve çekici bir film yapmak olduğundan, bu filmlerle bir karşılaştırma gereksiz. Yukarıda sıraladığım problemlerine rağmen şiddetini fiziksel olarak değil felsefi/bilimsel kavramlar üzerinden kuran film görülmeyi hak ediyor.

(“Paralel Evren”)