Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın ilk kez 1986 yılında yayımlanan incelemesi/gezi kitabı. “Simülasyon” ve “hiper gerçeklik” kavramlarının tanımlanması ve açıklanması üzerine yazdıkları ile tanınan bu çok yönlü Fransız entelektüeli, A.B.D’yi ele alıyor bu kitabında ve altı bölüme (“Vanishing Point”, “New York”, “Yıldızsal Amerika”, “Gerçekleşen Ütopya”, “Gücün Sonu mu?”, “Desert for Ever”) ayırdığı eserinde sık sık Avrupa ile kıyaslayarak, diğer pek çok tanımın yanısıra “gerçekleşen ütopya” olarak andığı ve “yıldızsal” diye nitelediği A.B.D.’yi araştırıyor. Bu araştırmasının içeriğini ve yöntemini şöyle tarif ediyor Baudrillard: “Ben yıldızsal Amerika’yı araştırdım, hiçbir zaman sosyal ve kültürel Amerika’yı değil; otoyollarında saçma ve salt özgürlüğü sergileyen Amerika’yı araştırdım; töreleriyle, zihniyetleriyle derin Amerika’yı değil, çöldeki hızıyla, motelleriyle, madensel yüzeyleriyle Amerika’yı araştırdım.” Bu tarif kitabın hem dili hem incelemesinde yazarın kullanmayı tercih ettiği araçlar için çok iyi bir özet olabilir. Her bölümü bir fotoğraf ile açan ve kendisi de çektiği fotoğrafları ile de bilinen Baudrillard kitap boyunca zaman zaman çeşitli kavram ve bu kavramlarla ilgili eserlere göndermelerde bulunuyor ki çevirmenin kısa açıklamaları bir kenara bırakılırsa bu kavram ve eserlere aşinalığın kitaptan alınacak zevkin ve bilginin artmasını sağlayacağını unutmamak gerekiyor. Bu bağlamda başka okumaları da teşvik ediyor doğal olarak kitap. Deleuze ve Guattari’nin “alansızlaşma”, Lacan’ın çocuğun gelişimi ile ilgili “ayna evresi” ve Sartre’ın “kötü niyet” kavramları veya Lévi-Strauss’un “Yaban Düşünce” adlı yapıtının da aralarında olduğu pek çok göndermesi var filmin. Evet, bir entelektüelin yazdığı dolu bir kitap bu ve dikkatli bir okuma gerektiriyor ama kesinlikle önemli ve keyifli bir düşünsel süreci de tetikliyor beraberinde.
Kabaca söylersek, gerçeğin yerini taklitlerin aldığı bir “simülasyon evreni”nde yaşadığımızı öne sürer Baudrillard eserlerinde ve bu incelemesinde “ne bir düş ne de bir gerçeklik, o bir hiper gerçekçilik” sözleri ile tanımladığı Amerika için “… hiç simülasyon kavramı yok. Simülasyonun en güzel örneği kendileri; ama kendileri örnek olduklarına göre, bunu anlatma yollarından yoksunlar” diyor. Dolayısı ile, “Ola ki Amerikan gerçeğini yalnızca Avrupalı görebiliyor” diye yazıyor ve “mekân düşüncenin ta kendisidir” dediği Kuzey Amerika’nın (New York’un) dikeyliğinden üzerine epey yazdığı çöllerin yataylığına her biri üzerinde durup düşünmeye değer değerlendirmelerde bulunuyor.
Santa Cruz Üniversitesi’nin yalıtılmış, kapalı ve yapay havası üzerinden örneğini verdiği şekilde Amerika’yı gelecek, Avrupa’yı ise geçmiş olarak görüyor Baudrillard. Tarihi, birikimi ve toplumsal düzeni ile Avrupa’nın bir anlamda elinin kolunun bağlı olduğunu öne sürüyor ve bunların ilk ikisinden yoksun olan ve üçüncüsünün de -“özgürlükler”i nedeni ile- yenisini kurduğunu iddia ettiği Amerika’nın düzeninin/yaşam tarzının vs. dünyanın geleceği olduğunu söylüyor. Burada gelecek kelimesini olumlu bir yargı için kullanmıyor Baudrillard, daha çok bunun kaçınılmazlığını öne sürüyor. “Amerika ile Avrupa arasında bir benzerlik arayışından çok bir karşılaştırma yapılırsa bir uyumsuzluğun, aşılamaz bir kopukluğun varlığı ortaya çıkar. Bu yalnızca bir fark değil, aramızda bulunan bir modernlik uçurumudur” veya “Amerika, modernliğin özgün versiyonudur; bizler dublajı yapılmış, altyazısı yazılmış versiyonuz” gibi yargıları ya da Avrupa’yı “gerçekleştirilmesi olanaksız tarihsel idealler bunalımı”, Amerika’yı ise “ütopyanın gerçekleştiği yer” olarak tanımlamak gibi tercihleri de benzer şekilde sanki daha çok şunu söylüyor: Avrupa başarılamamış bir “şey”, Amerika ise başarı veya başarısızlık gibi tanımlamalardan uzak bir kurgu; Avrupa kimlik sıkıntısı yaşarken, Amerika ise kimliksizliği üzerinden tanımlıyor kendisini.
Çölün ve otoyolun hem mekân hem de kavram olarak üzerine oldukça eğilen Baudrillard, kitabı Reagan’ın başkan olduğu bir dönemde yazmış ve “gezi”isini de o dönemde yapmış. Reagan’ın “gösteri” kültürü olarak bir başka versiyonu olan Trump’ın başkan olduğu günümüzde Amerika’nın ve Avrupa’nın bugün geldikleri noktayı (veya değişmeden kaldıkları noktayı!) düşünmek için de ciddi bir fırsat sağlıyor eser. Kitabın bana çağrıştırdığı Alman sinemacı Wenders’in A.B.D.’de geçen hikâyeleri gibi, bir Avrupalının gözünden anlatılan bir Amerika var burada. Bir gezi kitabı bir yandan ama alıştığımız türden çok farklı bir gezi kitabı. Amerika’yı görerek, onu yerinde anlamaya çalışan bir kitap, bir başka ifade ile söylersek.
(“Amerique”)