Unman, Wittering and Zigo – John Mackenzie (1971)

“Geçen hafta bir kaza oldu. Yürüyüş için dışarı çıktı, çok fazla sis vardı ve etrafı göremediğinden uçurumdan düştü”

Öğrencilerin, okullarına yeni gelen öğretmene yerini aldığı meslektaşını kendilerinin öldürdüklerini söylemeleri ile gelişen olayların hikâyesi.

Senaryosunu Giles Cooper’ın 1958 tarihli radyo oyunundan Simon Raven’ın uyarladığı, yönetmenliğini John Mackenzie’nin yaptığı bir Birleşik Krallık filmi. Yapımcıları arasında başroldeki David Hemmings’in de bulunduğu yapıt, kendisini tehdit etmek ve kontrol altına almak için dile getirilen bir cinayet itirafı karşısında önce kuşkuya, sonra da dehşete kapılan bir genç adamın kimseye derdini anlatamaması üzerinden ilerliyor temel olarak. Son yarım saatine kadar iyi bir gerilim hikâyesi olarak ilerleyen film bir noktadan sonra inandırıcılık sorunlarının içine düşüyor ve abartıya varan unsurları ile kendi kendisine zarar veriyor. Hemmings ve genç oyuncularının başarılı performanslar gösterdiği film, rayından çıkana kadar incelikle örülmüş senaryosu ve sade bir dil ile inşa edilen gerilim duygusu sayesinde kendisini ilgi ile izleten bir yapıt.

David Hemmings filmi “hafif bir gotik tadı” olan ve “ham bir sert”liğe sahip bir yapıt olarak tanımlamış. Gerçekten de çok doğru bir niteleme bu; hikâyenin hemen tümünün geçtiği eski okul binası başta olmak üzere, gotik filmlerin bazı unsurları başarı ile kullanılıyor. Editörlüğünü David Punter’ın yaptığı “A New Companion to The Gothic” adlı kitapta Heidi Kaye bu unsurları güçlü bir görsellik, cinsellik vurgusu ve seyircinin tepkisini almaya yönelik bir yaklaşım olarak tanımlamış. Tüm bu öğeleri, Hemmings’in “hafif” vurgusunun doğruluğunu gösteren bir şekilde dozunda kullanıyor film ki bunda korkudan çok, gerilime yakın durması ve Hemmings’in öğretmen karakterinin psikolojisi üzerine eğilmeyi seçmesinin payı var. Aslında tüm bu tercihlerin çok güçlü bir sonuç yarattığını söylemek hayli zor ve bunda son bölümlerin bir parça hayal kırıklığı yaratmasının da etkisi var ama yine de filmi ilgi ile izlemeye engel değil bu durum.

Daha sonra iki Oscar ödülü (1973’te “Cabaret” ve 1981’de “Tess” ile) kazanacak olan, dalının usta ismi Geoffrey Unsworth’un açılışta huzursuz bir gece sahnesinin uçurum kenarında gerçekleşen bir düşme sahnesine bağlandığı çalışması ilginç ve başarılı. Anılan bu sahnelerin ikincisinde kameranın düşenin yerine geçerek hareket etmesi, tıpkı yine Hemmings’in ifade ettiği gibi ham bir yaklaşımın örneğini veriyor. Hikâye boyunca, çalılıklar arasında sinsice hareket eden öğrencileri takip eden kamera 1970’lerde yaygın olan zum kullanımının da dozunda ve öyküye yakışan örneklerini gösteriyor. Genç erkek öğrencilerin masumiyetleri ile çelişen tekinsiz, meydan okuyan ve otorite kurmaya odaklanan bakışlarını da çok iyi yakalıyor bu çalışma ve seyirciyi rahatsız etmeyi başarıyor. Yönetmenin öğrencileri görüntülerken genellikle yakın, baş ve göğüs plan çekimleri kullanması da önce öğretmenin, sonra da eşinin fiziksel ve ruhsal olarak kıstırılmış hissetmelerini yansıtmak için doğru bir tercih olmuş.

Dört yüz yıllık, 300 erkek öğrencinin yer aldığı okula ilk geldiğinde herkes öğretmeni sorumlu olduğu sınıfın katı bir disipline ihtiyacı olduğu konusunda bilgilendiriyor ya da uyarıyor. Kurucularından birinin mottosu “Otorite itaatin çocuğudur” olan okulda genç öğretmen ilk dersten başlayarak bir bela ile karşı karşıya olduğunun farkına varıyor. Aslında senaryo bizi bu bakımdan, bir adım ilerisinde tutuyor öğretmenin; yerine geldiği meslektaşının sis nedeni ile uçurumda düştüğü söyleniyor kendisine ama bizim açılışta tanık olduğumuz sahnede hava günlük güneşlik. Öğrencilerin “biz öldürdük” söyleminin doğruluğu konusunda da senaryo -istese de istemese de- bizi daha bilgili tutuyor sürekli olarak. Bu bilgilendirmenin dozunun hikâyenin ikinci yarısında giderek artan dozu ise filmin kusurlarından birine dönüşüyor.

Öğrencilerin “biz öldürdük” cümlesini ilk kez kurduğı sahnede bu ifadenin şaka mı gerçek mi olduğunu anlayamayan öğretmenin içine düştüğü ikilem ve sınıfta oluşan sessizlik ânı gibi çekici sahneleri olan filmin gençliklerinin ve, cinsel merak ve uyanışlarının başındaki öğrenciler üzerinden üretilen cinsellik havası da ilgi çekebilir ve hikâyelerde ima edilenleri keşfetmeye meraklı olanlar için “eşcinsellik” unsuru da benzer bir ilgi yaratabilir. Öğretmenin genç eşi dışında kadın karakterleri çok az gördüğümüz bu erkek ağırlıklı hikâyede eşcinsellik ile ilgili doğrudan hiçbir ifade veya gönderme yok ama yine de Hemmings’in karakteri ile eşi arasındaki cinsellik sahnelerinin ya retle sonuçlanması ya da bir parça zorlama içermesi bastırılan bir duygunun ifadesi olabilir açıkçası. Ölen öğretmenin bekârlığının birkaç kez söz konusu olması, zorbalık yapılan bir öğrencinin “zayıf”lığı ile dalga geçilmesi gibi unsurları da ekleyebiliriz bu bakışı desteklemek için; ama bu düşünceyi asıl güçlendiren sahnede öğretmenin gördüğü bir kâbusa tanık oluyoruz: Öğrencilerin kendisine fiziksel olarak saldırdığını ve sonra da çırılçıplak soyup ormanın içinde taşıdıklarını görüyor öğretmen bu kâbusta ve ardından eşi ile sert bir cinsel ilişki içinde görüyoruz onu, adeta ulaşılamayan bir başka cinselliğin intikamını alırcasına.

Finaldeki “Onlara bunu yaptıran şey ne?” sorusunun cevabını sözlerle değil, bakışmalar üzerinden veren senaryonun bu tercihi doğru ama açıkçası bir parça da üzeri örtülü bir açıklama bu sanki ve hikâyenin ikinci yarısındaki ucu kaçan sertlik için yeterince ikna edici mi, emin değilim. Filme kaynaklık eden radyo oyunu bugün Birleşik Krallık’ta devlet okullarında sık sık oynanıyor ve müfredatın bir parçası olmuş durumda; elbette filmi radyo oyunundan farklı kılan cinsellik ve sertlik temaları olmadan. Hemmings’in öğretmenin umut ve heyecan dolu bir genç adamdan korku, öfke, yılgınlık ve merak dolu bir karaktere dönüşmesini çekici biçimde canlandırdığı yapıtta, Cloistermouth adındaki öğrenciyi canlandıran Nicholas Hoye da başarılı performansı ile diğerleri arasında öne çıkıyor. Özetle söylemek gerekirse, kimi kusurlarına karşın ve eleştirisinin kaybolma ihtimali olsa da 1970’lerden ilginç ve adı akıllıca belirlenmiş bir gerilim örneği bu ve görülmeyi hak ediyor.

(“Sadistler Okulu”)