Güney Afrikalı yazar John Michael Coetzee’nin ünlü çağdaş besteci Philip Glass’ın operaya da uyarladığı romanı, adı sadece “İmparatorluk” olarak verilen bir devletin ücra bir yerdeki kolonisinde sulh yargıçlığı yapan bir adamın hikâyesini anlatıyor. İmparatorluğun herhangi bir emperyalist gücün sembolü olduğu kitap haksız olduğunu bilen acımasız bir gücün ezdiği yerel halk topluluğundan duyduğu korkuyu ve bu korku ile daha da zalimleşmesini anlatırken farklı örneklerle zalim ve mazlum arasındaki ilişkiyi de analiz ediyor. Bazen bir yerli kız bu mazlum, bazen de yargıcın kendisi. Kitabın emperyalist gücün kendisini dahi –en azından kendisine ait olmayan topraklar üzerindeki varlığını- yok edecek denli zalim tavrını eleştirmesi, hiç görünmeyen “Barbarların” gelmesini beklerken duyulan korkuyu başarılı bir biçimde aktarması ve hümanist ve adil idealistlerin zalimlerin içinde yaşayıp onların kurduğu düzenin parçası oldukları sürece vicdanlarının kirlenmekten kaçınamayacağını göstermesi hayli etkileyici. Nobel ödüllü yazar Coetzee’nin yazarın ağzından anlattığı hikâyesinin baş kahramanı yargıcın, yaşlanan ve her anlamda “iktidarını” kaybeden (veya kaybetmeye çalışan) karakteri de kitabı çekici kılan öğelerden biri. Adını Kavafis’in aynı adlı şiirinden alan kitabın anlatmak istediği de aslında yine bu şiir ile hayli örtüşüyor:
“Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.
Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.”
(“Waiting for the Barbarians”)