Düşsel Varlıklar Kitabı – Jorge Luis Borges

Arjantinli edebiyatçı ve deneme yazarı Jorge Luis Borges’in ilk kez 1957’de yayımlanan, genişletilmiş baskısı ise 1967’de okuyucu ile buluşan kitabı. Babasından devraldığı ve sonunda görme yeteneğini hemen tamamen kaybetmesine neden olan rahatsızlık nedeni ile, yaşamının ilerleyen yıllarında eserleri için gerekli araştırmaların yapılması ve yazılanların derlenmesi açısından başkalarından destek almaya başlayan Borges’in bu kitabında bu görevi Margarita Guerrero üstlenmiş. Her ne kadar gerek orijinalinde gerek Türkçe çevirisinde kapakta Guerrero’nun adına yer verilmese de, hem içeride belirtilmiş adı hem de önsözlerde ikisinin ortak imzaları var. Adının da açıkça belirttiği gibi bir “düşsel varlıklar” kitabı bu ve tarihin farklı döneminde farklı uygarlıklar tarafından farklı coğrafyalarda yaşayan insanların sınırsız hayal güçleri ile yarattıkları varlıkları alfabetik sırada anlatıyor okuyucuya bir sözlük veya ansiklopedi gibi. Farklı dillerdeki farklı kaynaklarda yazılanlar ve/veya anlatılanlardan derlenen kitap ciddi bir araştırmanın ürünü olan ve insanın merak ettiklerini (biraz da korktuklarını aslında) anlamlandırma ve öykü anlatma çabasının sınırının olmadığını gösteren ilginç bir yapıt.

Kitabın ilk baskısı 1957’de “Manual de Zoología Fantástica” (Fantastik Zooloji El Kitabı) adı ile yapılmış ve toplam 82 farklı varlık (ya da yaratık) ele alınmış. On yıl sonra 1967’de varlık sayısı yapılan eklemelerle 116’ya çıkarılmış ve adı da “El Libro de Los Seres Imaginarios” (Düşsel Varlıklar Kitabı) olarak değiştirilmiş ki kitabın içeriğine çok daha yakışan bir isim olmuş bu. Kitabın ilk kez İngilizceye çevrildiği 1969’da ise mevcut metinlerde değişiklik yapıldığı gibi, dört yaratık daha eklenerek varlık sayısı 120’ye çıkarılmış. Bu sayı bile aslında insanlığın hayal ettiği tüm yaratıkların sayısının yanında çok düşük kalıyordur ama yine de okuyacaklarınız iyi bir fikir veriyor bu konuda. Yapılan araştırmaların boyutunun sıradan bir derlemeden daha öteye taşıdığı kitapta üç önsöz var: Sırası ile; 1969 tarihli İngilizce baskı için Borges ve tercümeyi yapan Norman Thomas di Giovanni’nin, 1967 tarihli İspanyolca baskı için Borges ve Margarita Guerrero’nun ve 1957 tarihli ilk baskı için yine aynı ikilinin hazırladığı metinler. Farklı dillerdeki kaynak metinler için yardım alınan isimlerin de belirtildiği; kitabın hazırlanma ve yayımlanma sürecinin anlatıldığı; yapıtın “baştan sona bir solukta” değil, “bir çiçek dürbününün habire değişen desenleri ile oynayan biri gibi, sayfalar arasında rastgele gezinerek” okunmasının yeğlendiğinin söylendiği bu metinler oldukça değerli bilgiler veriyor okuyucuya.

120 farklı yaratık dünyanın dört bir yanındaki folklorik, mitolojik ve yazınsal kaynaklardan, bilimsel eserlerden ve hatta kutsal kitaplardan derlenmiş ve bu kaynakların her biri ilgili bölümlerin metinleri içinde belirtilmiş. Bu bilgilendirmenin sağladığı önemli bir fayda var: Aynı varlığın (yaratığın) farklı uygarlıklarda ve farkli tarih dönemlerde karşımıza çıkmasının tüm uygarlıkların, bir başka ifade ile insanlığın yaratım sürecinin bir süreklilik gösterdiği ve karşılıklı etkileşimin coğrafya, dil, inanç vb. sınırlar tanımadığını göstermesi. Hemen her varlık için geçerli olan bu duruma bir örnek olarak “Adamotu”nu örnek gösterebiliriz: Milattan sonra 16. ve 17. Yüzyıl’da İngiltere (Shakespeare’in “Romeo ve Juliet” oyunu), Milattan Önce 6. Yüzyıl’da İyonya (Pisagor), Milattan Önce 1. Yüzyıl’da Roma (Lucius Columella, Flavius Josephus ve Dioscorides), Milattan Sonra 17. Yüzyıl’da İngiltere (Thomas Browne), 20. Yüzyıl’da Almanya (Hanns Heinz Ewers) ve Eski Ahit’te adamotu ile ilgili yazılanları çok kısaca da olsa okuyucunun karşısına getiriyor kitap. Kaynakların belirtilmesi, daha ayrıntılı bilgi edinme merakı duyacaklar açısından çok yararlı olmuş kesinlikle. Bilgiler, okuyucuya aktarırken varlığın ismi ile ilgili zaman zaman etimolojik tarihçe de paylaşılmış yazarlar tarafından ki bu da hem yapılan araştırmaların derinliğini gösteriyor hem de uygarlığı oluşturan tüm bileşenlerin insanlığın ortak üretiminin sonucu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bize.

Borges ve Guerrero 120 maddenin bazılarında, özellikle de edebî metinlerden alıntılara da yer vermiş, hatta birkaç maddeyi sadece bu alıntılardan oluşturmuşlar: Örneğin Britanyalı yazar Clive Staples Lewis’in 1943 tarihli ve bilim kurgu türündeki romanı “Perelandra”, onun bu eserinde hayal ettiği iki varlığı (“C. S. Lewis’in Düşsel Hayvanı” ve “C. S. Lewis’in Düşsel Yaratığı” başlıklarında yer alıyor bu varlıklar) anlatan metinlerin tamamını oluşturuyor. Metinleri bir maddenin tamamını oluşturan yazarların bir başka örneği de Franz Kafka; onun eserleri de “Kafka’nın Düşsel Hayvanı” (“Sevgili Babacığım” kitabından), “Melezleme” (“Bir Savaşın Tasviri” adlı hikâyeden) ve “Odradek” (“Ceza Sömürgesi” adlı kısa öyküden) başlıklarını oluşturuyor.

Kitapta yer alan varlıkların çok büyük bir kısmı birden fazla canlı türünün bir araya gelerek oluşturduğu türden ve bu varlıkların bedenlerindeki organlar ya çoğaltılmış (birden fazla baş, onlarca göz gibi) ya aşırı büyütülmüş ya da aşırı küçültülmüş. “Baykuşa benzer ama insan yüzlü, maymun bedenli ve köpek kuyruklu” olarak tasvir -daha doğrusu hayal- edilen “Hsiao”, “Önden aslan, arkadan karınca” Mermecolion ve “Atınkine benzer bir kafası, yılanvari kuyruğu… boynuzları geyiğinkilerden farksız, deve kafalı, şeytan gözlü, yılan boyunlu, istidiridye karınlı, balık gibi pullu, kartal pençeli, öküz kulaklı ve ayak izleri kaplanınkilerle aynı… “ gibi insanların hayal gücünün sınırsızlığı ile uzandığı noktaları gösteren “Doğu Ejderi” bu farklı türlerin (bazen insanlarla hayvanların karşımı bu varlıklar) karışımı olarak yaratılanlardan sadece ikisi. “Kolan genişliği filinkinin on katı olan” “Düzleyici” veya “Sırtı bir buçuk mil genişliğinde” olan “Kraken”i de fiziksel boyutlardaki abartmaların örnekleri olarak gösterebiliriz.

Yazarların ilk kez Homeros’un “İlyada”sında karşımıza çıktığını belirttiği Khimaira (“Ön kısmı aslan, ortası keçi, arkası yılan biçiminde”; “ağzından alev püskürtür”) adlı varlığın bugün İngilizcede vehim, kuruntu, kâbus anlamlarına gelen chimera sözcüğünün kaynağı olması ve bunun muhtemelen bu yaratığın var olmasının imkânsızlığı ve ancak hayal edilebilmesinden kaynaklanması, hem etimoloji açısından hem de bir hayalin asırlar boyunca ve sürekli dönüşerek nasıl insanlığın ortak mirası olabileceğini göstermesi bakımından iyi bir örnek. Benzer ilginçlikte örneklerle dolu olan kitabın 2005’te Penguin Yayınevi tarafından hazırlanan resimli bir İngilizce versiyonu da var: 1967 tarihli ve 116 maddeden oluşan versiyon için Çek asıllı Amerikalı illüstratör Peter Sís’in çizimleri ile bu tür fantastik eselerin meraklılarına görselliği ile de hitap eden bir kitap hazırlanmış.

Borges’in kitabı İngiliz yazar Caspar Henderson’a esin kaynağı olmuş ve 2009’da “Book of Barely Imagined Beings: A 21st Century Bestiary” adlı kitap çıkmış ortaya ama bu eser hayal edilen değil, gerçek olan tuhaf yaratıkları ele almış. Borges’in Margarita Guerrero ile birlikte kaleme aldığı ve her bir varlığa, biçimleri ve haklarında üretilen efsanelerle mizah unsuru olabileceklere bile saygı ve özenle yaklaştığı eseri ilginç bir kitap kuşkusuz. Farklı kaynaklara dayanılarak hazırlanmış olması nedeni ile; orijinalliğinden çok, içeriğinin ilginçliği ve yoğun bir derleme ürünü olması ile dikkat çeken farklı bir Borges kitabı.

(“Manual de Zoología Fantástica” – “El Libro de Los Seres Imaginarios”)

Ficciones – Jorge Luis Borges

Arjantinli edebiyatçı Jorge Luis Borges’in öykü kitabı. Yazarın 1941’de yayımlanan “El Jardín De Senderos Que Se Bifurcan” (Yolları Çatallanan Bahçe) adlı öykü derlemesine, 1944 yılında “Artificios” başlıklı bir bölüm eklenerek oluşturulan kitap toplam 16 hikâye içeriyor. Başlangıçta hak ettiği ilgiyi görmeyen eser sonradan yazarın en önemli yapıtları arasına giren, Borges’in bazı temaları tekrar ve farklı boyutları ile işlemesi dikkat çeken ve adının da vurguladığı gibi “kurgu” kavramı üzerine derin bir inceleme olarak da görülebilecek bir metinler toplamı. Yazarın yakın arkadaşı olan ve birlikte Amerikan edebiyatı üzerine bir kitap da yazdıkları Arjantinli Esther Zemborain de Torres’e ithaf ettiği kitap Borges’in üslubu ve bir yazar olarak da önemini açık bir şekilde ortaya koyan güçlü bir eser.

Kitabın her iki bölümünün başında Borges’in kısa birer önsözü var. Öyküler ama asıl olarak kitabı oluşturan metinleri oluştururken benimsediği bakış hakkında ipucu veriyor bu kısa giriş metinleri. İlk önsözde belirttiği gibi Borges “düşsel kitaplar” üzerine yazarak, düşsel ve gerçek karakterleri bir araya getirerek bu kısa hikâyeleri ile çok boyutlu ve kompleks bir dünyanın kapılarını açıyor okuyucuya. Bunu yaparken de bazı temaları ve kavramları hemen tüm öykülerine yediriyor; örneğin kütüphane ve onu oluşturan kitaplar hikâyelerin tümünde ve bazen de ana unsur olarak çıkıyor ortaya. Benzer şekilde labirentler, mitoloji, simetri ve dinle ilgili olgular sık sık karşımıza çıkıyor; burada asıl ilginç olan bu tekrarların her birinin farklı bir bakışın izini taşıması ve bu öykü toplamına monotonluğu değil, önemli bir zenginliği getiriyor olması. Kendisini her şeyden önce bir okur olarak görmesi ile bilinen ve Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’den ödül alması örneğinde olduğu gibi düşünceleri ve eylemleri ile politik açıdan hayli eleştirilen yazarın bu eseri,okuyucuyu bulunduğu noktanın dışına taşımayı başaran ve onu okudukları üzerinde düşündürten bir yapıt olarak kesinlikle önemli ve ilginç bir yapıt.

Kitaptaki ilk hikâye “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” adını taşıyor. Düşsel bir yer, bu yerdeki mitolojik bir efsane ve düşsel bir ansiklopedi hakkındaki öykü 1940’da yayımlanmış ilk kez. Hem öykünün odağındaki yer hem de öykü boyunca karşımıza çıkan isimler açısından bakıldığında kurgu olanla gerçek olanın iç içe geçtiğini görüyoruz bu metinde. Sadece bu öyküde geçen onlarca gerçek isim ve onların eserleri bile Borges’in nasıl sağlam bir okur olduğunun, okuduklarını yaratıcılığı ile nasıl dönüştürebildiğinin ve kendi eserlerinin parçası yaparken okuyucuyu da -en azından başta- ürkütebilecek bir zengin hazine ile yüzleştirdiğinin kanıtları olarak kabul edilebilir. Borges kurguyu sadece kendi öyküsü olarak sunmuyor okuyucuya, aynı zamanda hayalî ülkenin insanlarının “dil”ini de yaratarak kurgu kavramını dil bilimine de (linguistik) taşıyor ilginç bir şekilde. İkinci hikâyenin adı “Don Quixote Yazarı Pierre Menard” (Pierre Menard, Autor Del Quijote). Yazarın öykülerinin pek çoğu gibi “Sur” adındaki bir edebiyat dergisinde ve 1939’da yayımlanmış ilk olarak. Arjantinli yazar Silvina Ocampo’ya ithaf edilen bu öyküde, Pierre Menard adını taşıyan ve Cervantes’in “Don Quixote romanının kendisini yazmak” isteyen bir adam anlatılıyor. “… amacı, Miguel de Cervantes’inkilerle -kelime kelime, satır satır- örtüşecek birkaç sayfa yazabilmekti” diyor Borges onun için ve bu öyküde yine gerçek ve kurgu karakterler ve onların üzerinden edebiyat (ve edebiyat eleştirisi) hakkında çekici ve ironik satırlar sunuyor. Borges’in bu hikâyesi Calvino’dan Paul Auster’a farklı sanatçıların eserlerine de ilham kaynağı olmuş veya en azından bu sanatçılar göndermelerde bulunmuşlar öyküye.

Üçüncü öykü “Döngüsel Yıkıntılar” (Las Ruinas Circulares) adını taşıyor ve ilk kez 1940’da yayımlanmış. Oldukça gizemli ve gerçeküstü bir öykü bu ve bir oğulu hayal ederek yaratan bir adamın, oğlunun sadece bir hayal olduğunu anlamasından endişe ederken, kendisinin dehşettiği farklı gerçeği etkileyici bir şekilde anlatıyor. Öyküyü yazarları birbirlerinin yaratıcıları olarak gören bir eser olarak okumak ve bu bağlamda tüm yazarların (ve aslında tüm sanatçıların) kendilerinden öncekilerden beslendiğini ve kendilerinden sonrakileri beslediğini hatırlattığını düşünmek mümkün. Sonraki hikâye “Babil Piyangosu” (La Lotería en Babilonia) adında ve yine Sur dergisinde 1941’de yayımlanmış ilk kez. İroni içeren bir dil ile Borges, Babil’de düzenlenen bir piyangoyu yaşamda talihin rolünü ele almak için kullanırken; Tanrı, düzen, mutlak güç konularına da değiniyor.

Herbert Quain’in Yapıtlarının İncelenmesi” (Examen de la Obra de Herbert Quain) 1941 tarihli bir öykü. Yine hayalî bir yazarın (İrlandalı Herbert Quain) eserlerini ele alıyor ve onun hayalî dört eserinin incelemesini yapıyor Borges. Önsözlerin birinde “Uzun kitaplar yazmak, sözle açıklaması birkaç dakikada gerçekleştirilebilecek bir düşünceyi beş yüz sayfaya yaymak, zor ve yorucu bir iş. Oysa böyle kitapları varsayarak bir özetini veya yorumunu sunmak daha uygun bir yöntem gibi geliyor bana” ifadelerini kullanan Borges işte tam da bunu yapıyor bu öyküde. Borges bu eseri ile de farklı sanatçılara ilham olmuş; örneğin Portekizli müzisyen Manuel Bogalheiro sahnede buradaki hayalî yazarın adını kullanıyor. 1941 tarihli “Babil Kitaplığı” (La Biblioteca de Babel) yazarın en bilinen eserlerinden biri. “Gelmiş geçmiş kitapların tümünün bulunduğu” Babil Kitaplığı yazarın sonsuzluk ve labirent temalarını ele aldığı, “Kitaplık sınırsız ve sarmaldır” cümlesi ile kitaplığı bir bakıma evren ile eşleştirdiği oldukça güçlü bir metin ve aralarında Umberto Eco, Greg Bear ve Terry Prachett’ın da bulunduğu pek çok entelektüele ilham olan ve Christopher Nolan’ın “Interstellar” filmi gibi farklı alanlarda izleri ile karşılaşabileceğimiz bir öykü.

Yolları Çatallanan Bahçe” (El Jardín de Senderos Que Se Bifurcan) adlı öyküde yine bir kütüphane (ve bir labirent) çıkıyor karşımıza. 1. Dünya Savaşı sırasında Almanlar adına casusluk yapan bir adamın hikâyesi anlatılırken, Victoria Ocampo’ya ithaf edilen bu 1941 tarihli etkileyici eser pek çok eleştirmen tarafından kuantum mekaniği ile ilişkilendirilerek değerlendiriliyor. “Bellek Funes” (Funes el Memorioso) ilk kez 1942’de yayımlanan ve fantezi türüne sokulabilecek bir öykü. Attan düşerek başını çarpmasından sonra, her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamaya başlayan bir adamı ele alan hikâye belleğin kitap yerine geçtiği bir karakteri anlatıyor. Kitabın önsözünde metni “uykusuzluk üzerine uzun bir deneme” olarak tanımlayan Borges yine Umberto Eco dahil farklı sanatçıların göndermelerde bulunduğu bir öykü yaratmış ve her şeyi hatırladığı için genelleme yapma ihtiyacı bulunmayan ve bu nedenle soyut düşünceden mahrum olan karakteri ile yine hayli çekici bir öykü yazmış.

1942 tarihli “Kılıcın İzi” (La Forma de la Espada) sürpriz sonu ile bir muhbirin hikâyesini çarpıcı bir şekilde anlatıyor okuyucuya. Sağlam kısa hikâyelerin nasıl güçlü olabileceğini hatırlatan bu öykü yazarın kitapta klasik anlatıma en çok yaklaştığı eserlerden biri aynı zamanda. İlk kez 1944’te yayımlanan “Hain ve Kahraman İzleği” (Tema del Traidor y del Héroe) Bernardo Bertolucci tarafından sinemaya da uyarlanan -1970 tarihli “Strategia del Ragno” (Örümceğin Stratejisi)-, kitaplar ve labirentin yine yerlerini aldığı ve tarihteki farklı suikastlerden beslenmiş görünen ilginç bir öykü.

Yine 1942 tarihli olan “Ölüm ve Pusula” (La Muerte y la Brújula) ünlü eleştirmen Harold Bloom’un en sevdiği Borges öyküsü olarak tanımladığı, güçlü bir eser. Simetri, labirent ve kitapların yine başköşede yerlerini aldıkları bir metin bu. Bir dedektiflik hikâyesi olarak da okunabilecek olan eser sadece hikâyedeki dedektifi değil, onun akıl yürütmesinin tuzağına düşen okuyucuyu da yanıltıyor cazip bir biçimde. Radyoya, televizyona ve sinemaya da uyarlanan hikâye yine klasik dile yaklaşan bir eser olarak sınıflanabilir. İlk kez 1943’te yayımlanan “Gizli Mucize” (El Milagro Secreto) Gestapo tarafından infaz edilecek olan bir yazarın yazmakta olduğu oyunu bitirmesi için Tanrı’dan kendisine “1 yıl bağışlaması”nı istemesini dairesel bir döngü ile anlatırken, bu son arzunun “karşılanmasını” etkileyici bir metnin teması yapıyor.

1944 tarihli “Yahuda’nın Üç Değişkesi” (Tres Versiones de Judas) hayalî bir yazarın, aldığı tepkiler üzerine üç defa baştan yazdığı kitabında, İsa’ya ihanet eden Judas’ı üç farklı şekilde anlatmasını (İsa’nın aramızdaki versiyonu, cehennemi hedefleyerek en büyük fedakârlığı yapan birisi ve Tanrı’nın insana dönüşmüş hâli) inceliyor. Dinin ve kitapların öne çıktığı, hayalî kitapların gerçek incelemesi olarak hayli ilginç bir metin kesinlikle bu öykü. Kitabın 1956 tarihli ikinci baskısına eklenen 1953 tarihli “Sonu” (El Fin) Arjantinli şair José Hernández’in epik şiiri “Martín Fierro”da anlatılan olayın bittiği andan başlayan ve Borges’in beslendiği kaynakların zenginliğini göstermesi ile de önemli olan bir öykü.

Anka Mezhebi” (La Secta del Fénix) 1952 tarihli bir öykü ve farklı okumalara açık olması ile ayrı bir öneme sahip. Kimi eleştirmenlerin Borges’ın eşcinselliği ile de ilişkilendirdiği hikâye gizemli bir mezhep üzerinden çekiyor okuyucuyu kendisine. Son öykü olan, 1953 tarihli “Güney” (El Sur) -tıpkı Borges’in kendisi gibi- bir kaza sonucu başından yaralanan bir adamın kendi ölümünü anlatırken bu ölümü Güney’e yaptığı bir yolculukla kutsamasını anlatıyor. Borges’in “Belki de en iyi öyküm” dediği hikâye Carlos Saura tarafından televizyona uyarlandığı gibi, Julio Cortázar tarafından yeniden yazılmış bir bakıma “La Noche Boca Arriba” adlı hikâyede.

Borges’in bir yazar olarak neden güçlü ve orijinal olduğunu gösteren kitap sadece öykü meraklılarının değil; başta edebiyat olmak üzere tüm sanat dallarında kurgu kavramı (gerçek olmayan, sanatçı tarafından hayal edilen ve yaratılan) üzerinde düşünenlerin de kesinlikle ilgisini çekecek bir öykü derlemesi.