Nova Lituania – Karolis Kaupinis (2019)

“Büyük komşularımızdan biri bizi kolayca ele geçirecek. Yanlış anlamayın, sizi eleştirmek gibi bir niyetim yok. Benim bir çözümüm var: Yedek Litvanya, denizaşırı bir Litvanya kolonisi. Elimizdekine bir şey olursa diye, yedek bir devlet”

1930’ların sonlarına doğru, yaklaşmakta olan savaşın Litvanya’nın büyük komşuları tarafından işgal edilmesi ile sonuçlanacağını düşünen bir coğrafya profesörünün yedek bir Litvanya yaratma önerisinin hikâyesi.

Karolis Kaupinis’in yazdığı ve yönettiği bir Litvanya yapımı. Eksantrik düşünceleri ile bilinen Litvanyalı coğrafyacı Kazys Pakštas’ın hayatından ve fikirlerinden yola çıkan Kaupinis iki kısa filmden sonra çektiği ve ilk uzun metrajlı filmi olan bu çalışmasında oldukça farklı bir eser üretmiş. Çok kullanılan “Coğrafya kaderdir” sözünden yola çıkar gibi görünen film, Litvanya’nın Almanya, Rusya ve Polonya gibi kalabalık nüfuslu ülkelerin ilgisini çekmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünen bir adamın Afrika’da bir yedek ülke yaratma fikrini ortaya atmasını ve bu fikrini iktidara duyurmaya çalışmasını anlatırken, bir yandan da onun pek de yolunda gitmeyen özel hayatına odaklanıyor. 1930’lara uygun olarak siyah-beyaz ve “akademik oran” olarak bilinen çerçeve oranlı görüntüleri olan film ilginç konusu ve “absürt gerçekçilik” olarak tanımlanabilecek bir yaklaşımı denemesi ile ilgi çekebilecek bir çalışma. Sinema tadı açısından beklentileri tam olarak karşılayamıyor ama ilgiyi hak ettiği de kesin.

Orta Çağ’ın fikir adamlarından sosyolog İbn-i Haldun’un 1375’te yazdığı “Mukaddime” adlı eserinde dile getirdiği ve halkların kaderi üzerinde yaşadıkları coğrafyanın önemini savunan görüşlerinin kaba bir özetidir “Coğrafya kaderdir” ifadesi. Bu çevresel determinist yaklaşım uzun süre özellikle Avrupa’nın emperyalist yaklaşımlarını savunmak için bir argüman olmuş ama bugün -İngiliz coğrafyacı Richard Peet’ten alıntı yaparsak- yerini “Çevresel determinizm, emperyal kapitalizmin ideolojisidir” anlayışına bırakmış durumda, en azından olgulara bilimsel bakabilenler için. Karolis Kaupinis’in filminin kahramanı coğrafyacı Feliksas Gruodis (Aleksas Kazanavicius) ise jeopolitik düşünce olarak coğrafyanın kader olduğuna ve yaşadıkları coğrafyanın gereği olarak kalabalık nüfuslu büyük devletlerin kurbanı olacağından korktuğu Litvanya halkı için bir yedek ülke yaratmak gerektiğine inanıyor ve bunun için beş yıl boyunca çalışarak bir plan hazırlıyor. Sorun tarihî başkent Vilnius’u işgal etmiş olan Polonya’nın ve Almanya ile Sovyetler Birliği’nin ciddi bir tehdidi altında olan ülkesindeki politik kargaşa ve planına iktidarı ikna edebilmek.

Litvanya’nın bağımsızlığının 20. yılında harp okulunda düzenlenen bir mezuniyet töreni ile başlıyor film. Devlet başkanının da katıldığı bu törende başbakan ülkenin topraklarına -yanlışlıkla ya da provokasyon amacı ile- giren bir Polonyalı askerin vurularak öldürüldüğünü ve bu nedenle kendilerine karşı bir ültimatom verileceğini öğrenir. Gerçekten de gelir bu ültimatom ve Vilnius’un işgali nedeni ile kestikleri ilişkiyi tekrar kurmak zorunda kalır Litvanya hükümeti. Görüleceği gibi hikâye Litvanya tarihi ile yakından ilişkili ve muhtemelen bu tarihe hâkim olanlarda daha fazla ilgi uyandıracaktır ama yine de bu jeopolitik hikâyeyi tartışma konusuna ilgi duyan herkes ilginç bulacaktır kesinlikle. Nüfus yoğunluğu düşük, geniş boş alanları olan Afrika’nın beyaz sanayicileri çekmesi gibi Litvanya’nın da büyük komşularını üzerine çekeceği gibi fikirler, uluslararası ilişkilerin ve elbette emperyalizmin coğrafya ile bağlantısı üzerine düşünceler yaratan hikâye kuşkusuz bu bakımdan belli bir çekicilik taşıyor. Yönetmenin “ciddi bir mizah”a göz kırptığı filmde özellikle soğuk tutulmuş bir yaklaşımla bu hikâyeyi anlatması ise filme bir farklılık katıyor ama bir yandan da zaman zaman yeterince tatmin edici olmayan bir hava da yaratıyor öte yandan.

Politik oyunlar (Başkan’ın Polonya ile olan ihtilaf nedeni ile Başbakan’ı kurban ederek kendi konumunu koruması, başkana karşı bir askerî darbe planı veya “rahatsız genç subaylar”ın varlığı gibi) sürerken, film bizi bir yandan da coğrafyacının evinde olan bitenlere ve buradaki huzursuzluk ve mutsuzluğa tanık ediyor. Adamın kuzeninin onlarla yaşayan kızının varlığı eşini, eşin eve uzun süreliğine gelen kayınvalidesinin her ikisini rahatsız etmesi ve bu kayınvalidenin özellikle vurguladığı çocuksuzlukları keyifsiz bir ev ortamının varlığını gösteriyor bize ve filmin de ilgi çekici alanlarından birini oluşturuyor. Kayınvalidenin eve getirdiği misafir sahnesi filmin mesafeli mizahının da tipik bir örneği olarak dikkat çekiyor. Evdeki sorunların ülkedeki sorunlarla ilişkisinin yeterince kurulduğunu söylemek ise zor; evet, adamın sık sık vurguladığı gibi nüfus yoğunluğu düşük olan yerlerin (büyük evde sadece iki kişilermiş başta) dışarıdan yerleşmeyi teşvik etmesinin (önce kuzen çocuğu, sonra kayınvalide yerleşiyor eve) bir örneği orada yaşananlar ama yine de daha çok kahramanın özel hayatının da sıkıntılı olduğunu göstermeye hizmet ediyor bu sahneler.

Karolis Kaupinis’in mesafeli yaklaşımına uygun olarak orijinal müzik de kullanmadığı filmde ülkesinin tarihine alaycı yaklaşımı ve trajikomik bakışı ilgiyi hak ediyor ve bu bağlamda özellikle başroldeki Aleksas Kazanavicius’un performansı yönetmenin yaklaşımı ile yakaladığı uyumla hayli başarılı. Görüntü yönetmeni Simonas Glinskis’in geniş iç mekânları ve hikâye boyunca birkaç kez tanığı olduğumuz “boşluk”lar hakkındaki konuşmaları hatırlatan boş alanları başarı ile yakalayan kamerasının dikkat çektiği film hemen her anında daha fazlası gerekiyormuş izlenimini vermekten kurtulamasa da sıfırdan bir ülke kurma ütopyasını ve o sürecin tüm umut ve heyecan verici boyutlarını hayal ettirebilmesi ile de ilgi çekebilecek farklı bir çalışma.