Belfast – Kenneth Branagh (2021)

“İrlandalılar gitmek için doğmuş. Aksi takdirde dünyanın geri kalanında bar olmazdı. Sadece, yarımızın kalması gerekiyor ki giden diğer yarımız hakkında duygusallaşabilsin. İrlandalıların hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu tek şey telefon, bir Guinnes ve Danny Boy şarkısı”

1969’da Katoliklerle Protestanların çatışmalarının sürdüğü Belfast’ta işçi sınıfından küçük bir çocuğun ve ailesinin hikâyesi.

Kenneth Branagh’ın yazdığı ve yönettiği bir Birleşik Krallık yapımı. Kendisi de filmin küçük kahramanı Buddy (Jude Hill) gibi Belfast’ta doğan ve protestan bir işçi ailesinin çocuğu olan Branagh’ın yarı-otobiyografik diyebileceğimiz filmi, aralarında En İyi Film’in de olduğu yedi dalda Oscar’a aday gösterilmiş ve En İyi Senaryo dalında bu ödülün sahibi de olmuştu. Önemli bir kısmı siyah-beyaz olan film Kuzey İrlanda’nın tarihinde “The Troubles” olarak bilinen, mezhep kökenli çatışmalar döneminin en sıcak zamanlarında geçen hikâyesini Amerikalıların neden senaryo ödülünü verdiğini açıklayan bir hafiflikle anlatıyor ve zaman zaman dozu kaçan sıcak ve tatlı havasını hemen hep koruyor. Küçük oyuncu Jude Hill’in yanında, onun büyükannesi rolündeki usta sanatçı Judi Dench’in başarılı kadro içinde özellikle dikkat çektiği yapıt popüler sinemaya verdiği fazlaca tavize ve işçi sınıfı gerçeklerinin olan bitenin içinde genellikle kaybolmasına rağmen, iyi anlatılmış ve iyi oynanmış bir çalışma ve farklı çekicilik kaynakları ile kendisini izlettirmeyi başarıyor.

Belfast’ın günümüzden renkli görüntüleri ile açılıyor film ve üzerinde devasa bir mural’in olduğu bir duvarın arkasına uzanan kamera ile birlikte 1969’un siyah-beyaz dünyasına geçiyoruz. Günlerden tam olarak 15 Ağustos 1969’dur tarih ve Belfast’taki katolik ve protestanlar arasındaki gerilim ve çatışmaların en sıcak günleri yaşanmaktadır. İrlanda Cumhuriyet’i ile birleşmek isteyen Katolikler ve Birleşik Krallık’ın parçası olmak isteyen protestanlar arasındaki, kökeni on yedinci yüzyıla kadar geriye giden ve elbette İngiltere’nin kışkırttığı anlaşmazlıklar ve çatışmaların 1960 sonlarında başlayıp 1998’e kadar süren dönemine “The Troubles” adı veriliyor; çünkü İngiliz silahlı kuvvetlerinin çatışmaların parçası olduğu, her iki taraftan ölümlerin yaşandığı yıllardır bunlar. Aynı mahallede, hatta aynı sokakta yaşayan katolik ve protestanların, tıpkı filmdeki gibi, bu birlikteliklerinin imkânsız hâle geldiği o yılların havasının tam tersi ilk izlediğimiz görüntüler. Sokaklarda oyun oynayan çocuklar, yolda karşılaşınca selamlaşan ve hepsi birbirlerinin adını bilen İrlandalıları görüyoruz bu açılışta. Onlardan biri küçük Buddy’dir ve annesi (Caitríona Balfe), babası (Jamie Dornan) ve abisi Will (Lewis McAskie) ile birlikte farklı mezheplerden insanların bir arada olduğu bir mahallede yaşayan protestan bir aileyi oluşturmaktadırlar. Aynı mahallede yaşayan büyükbaba (Ciarán Hinds) ve büyükanne de (Judi Dench) bu ailenin bir parçasıdır. Baba inşaat işlerinde çalışmak için gittiği İngiltere’den fırsat bulabildikçe ve parası izin verdiği sıklıkta dönebilmektedir eve ve vergi borçları ailenin belini bükmektedir. Açılıştaki bu “mutlu mahalle” görüntüsünün yerini birden kötü bir havaya bırakacağını fazlası ile belli eden bir giriş yapıyor Branagh ve hikâye boyunca bu hiç şaşırtmama, fazlası ile tatlı bir şekerleme ile seyirciyi -tüm o trajik atmosfere rağmen- mutlu edebilme kararının ilk örneklerinden birini veriyor.

Evet, filmin temel sorunu belki de bu: Yönetmen için otobiyografik bir yanı olan, nostalji ile bezeli bir hikâyenin hafif yönlerini travmaları dengelemenin ötesine geçirip, filmin hâkim unsuru yapmak. Kuşkusuz en trajik bir hikâye bile umut ve hatta mutluluk atmosferi içinde anlatılabilir ama burada sorun bu tercihin hem İrlanda meselesinin hem de ailenin işçi sınıfı kökeninin çok fazla önüne geçmesi. Yönetmenin kimi görsel ve içerik tercihlerinin sonucu bu: Örneğin Katoliklerin pazar ayininde konuşan rahibin protestanlarla ilgili hayli olumsuz sözlerini sarf ettiği sahnede bu karakterin sözleri, oyunculuk tercihi ve kamera açıları bu bölümü bir karikatüre dönüştürüyor. Elbette “çocuğun bakış açısı” bir yere kadar izah edebilir bu durumu ama Branagh’ın biçimsel olarak Buddy’nin bakışını her zaman tutarlı olacak biçimde kullanmaması bu izahati yetersiz kılıyor. Kameranın sadece Buddy’nin gözü ile görülen sahnelerde değil, onu görüntülediği sahnelerde de (ki buna yönetmenin bakış açısı diyebiliriz) benzer tercihlerde bulunması kafa karıştırıcı bir parça. Neyse ki Buddy karakteri o kadar sıcak ve onu oynayan Jude Hill o kadar başarılı ki bu durum filme çok önemli bir zarar vermiyor.

Kendisi de Belfastlı olan Van Morrison’ın hazırladığı müziklerin hikâyeye ve karakterlere oldukça yakıştığı filmde, herhalde Kenneth Branagh’ın kendi çocukluğunun gerçeği de olarak, sinemaya hep özel bir yer ayrılmış. Televizyonda ve sık gidilen sinema salonlarında seyredilen filmlerin sıradan insanlar için nasıl önemli bir kültür ve eğlence aracı olduğunu pek çok sahnede gösteriyor bize Branagh. Televizyonda izlenen “Star Trek” (Uzay Yolu) dizisi, Don Chaffey’in bugün en çok Raquel Welch’in varlığı ve perdeye yaydığı erotizm ile hatırlanan filmi “One Million Years B.C.” (Taş Devri), Ken Hughes’un “Chitty Chitty Bang Bang”i (Uçan Otomobil), Fred Zinnemann’ın “High Noon”u (Kahraman Şerif), John Ford’un “The Man Who Shot Liberty Valance”ı (Kahramanın Sonu) ve Frank Capra’nın “Lost Horizon”ı (Gaib Ufuklar) görüntüleri veya isimleri ile hikâye boyunca sürekli olarak karşımıza çıkıyorlar. Sinemanın tüm bu klasikleri içinde “High Noon” adlı başyapıtın ayrı bir yeri var filmde: Dimitri Tiomkin’in bu film için bestelediği ve Oscar kazanan “The Ballad of High Noon” adlı şarkıyı pek çok kez duyduğumuz gibi, hem filmin görüntüleri karşımıza çıkıyor zaman zaman hem de Branagh bazı sahneleri (örneğin elinde meşale ile gece vakti boş bir yolda yürüyen adamı tepeden çekimle gösteren sahne) doğrudan bu filme göndermelerde bulunarak tasarlamış. Tüm bu unsurlar sinemanın kitleler üzerindeki gücünü ve -salonlardan uzaklaşanlara- birlikte film seyretmenin tadını hatırlatan, sinema sevgisi ile dolu bir film çıkmasını sağlamış ortaya.

Filmin kozlarından biri Buddy karakteri kuşkusuz. Senaryo onun naifliğini, masumiyetini, zekâsını ve iyi yüreğini içinde bulunduğu şiddet ve gerilim ortamı ile güçlü bir zıtlık yaratacak şekilde kullanıyor. Onun diğer karakterlerle ilişkileri veya konuşmalarını (örneğin kuzeni ile yaptığı ve “isimlerden mezhep anlama” üzerine olan eğlenceli sohbet) ve daha da önemlisi, hayatı algılayışını ve dünyaya / insanlara bakışını Branagh sanki idealin, olması gerekenin örneği olarak değerlendirmiş ve aynı sokağı, mahalleyi, şehri paylaşan insanların birbirlerine düşman kesilmesinin saçmalığını işaret etmenin aracı yapmış. “Ya bizimlesin ya değilsin” tehdidinin ve bunun neden olduğu korku ve gerilimin parçaladığı hayatlara odaklanan ve “(Belfast’ta) Kalanlara, gidenlere ve tüm kaybolanlara” ithaf edilen filmin kaçırdığı ise işçi sınıfının kendisi olmuş. Evet; borç altında ezilen bir aile var hikâyede ve yıllarca İngiltere’de madenlerde çalıştığı için akciğerleri berbat olan bir karakteri de içeriyor hikâye ve bunlar belki “Kuzey İrlanda’nın ülkenin en yüksek işsizlik oranına sahip olması”nın bir cümlede söylenip geçilmesi kadar ihmal edilmiyor ama yine de hak ettikleri ağırlığa sahip olamamışlar. Sonuçta filmin asıl meselesi Belfast’ın ikiye parçalanmasına neden olan Katolik ve Protestan ayrışması ama hikâye el atır gibi göründüğü konunun karakterlerin eylemleri ve duyguları üzerindeki etkisini daha iyi anlatabilirmiş.

1969’dan itibaren 4 bine yakın kişinin hayatını kaybetmesine neden olan “The Troubles”ın yaşamlarını paramparça ettiği ailelerden birinin yaşadıklarını odağına alan yapıtının kapanış jeneriğinde yakın arkadaşı John Sessions’ı anmış Kenneth Branagh. Film gösterime girmeden önce hayatını kaybeden Sessions’ın son sinema rolü bu filmde olmuş ve Buddy’nin gittiği tiyatroda sahnelenen “A Christmas Carol” oyununda (Charles Dickens’ın aynı adlı kitabından uyarlanan tiyatro klasiği) Marley’in hayaleti rolünü oynayan Belfastlı oyuncu Joseph Tomelty’i canlandırmış. Branagh’ın bu nostaljik ve -zaman zaman fazla tatlı- filmi doğdukları, büyüdükleri ve yaşadıkları, herkesi tanıdıkları ve herkes tarafından tanındıkları ve çocuklarının güven içinde yaşayacaklarını bildikleri mahallelerini terk etmek zorunda kalan tüm insanlara da adanmış bir yandan da; çocukların bir büyük şehirde evlerinin bahçesinde değil, komşuları tarafından da korunarak, sevilerek ve gözetilerek sokakta oynadığı günlere gönderilmiş nostaljik bir bakış olarak da görülmeli film.

Çocuğun bakış açısını yansıtmakla çocuksu bir naifliğe kapılmak (örneğin sonlarda, “High Noon” filminin şarkısı eşliğinde seyrettiğimiz çatışma, direniş, kahramanlık ve aile bağları bölümü) arasındaki sınırı aşmış görünen ve sonda babanın ağzından gereksiz bir “kamu spotu mesajı” veren yapıtın önemli ve değerli yanlarından biri tüm o sorunların ortasında bile yaşamın kutsanması gerektiğini güçlü bir biçimde hissettirebilmesi; “Everlasting Love” (Love Affair grubu bu şarkı ile İrlanda’da 2 numaraya kadar çıkmış 1967’de) şarkısı eşliğindeki eğlenceden Buddy’nin anne ve babası arasındaki sevgiye ve yaşama sıkı sıkı sarılmalarına Branagh yaşamanın, ama özellikle de dayanışarak yaşamanın güzelliğini hatırlatıyor. Özetle söylemek gerekirse, Branagh popüler sinemanın kalıpları içinde kalsa da kesinlikle ilgiyi hak eden bir sonuç elde etmiş ve şekeri çok olsa da, tadılmayı hak eden bir tatlı koymuş önümüze.