Blanka – Kohki Hasei (2015)

“Hırsızlık yapalım; sonra kazandığımız parayla bir anne alırız, hep yanımızda durur”

Manila sokaklarında gerçekleştirdiği küçük hırsızlıklarla geçinen evsiz küçük bir kızın kör bir müzisyenle tanışması ile değişen hayatının hikâyesi.

Japon sinemacı Kohki Hasei’nin yazıp yönettiği ve Filipinler, Japonya ve İtalya ortak yapımı olarak çekilen bir film. Küçük kızı youtube üzerindeki şarkı cover’ları ile ünlü olan Filipinli Cydel Gabutero’nun canlandırdığı filmde, çocuğu kötü emellerine alet etmeye çalışan kadını oynayan Ruby Ruiz dışındaki tüm baş oyuncular da ilk kez bir sinema filminde rol almışlar tıpkı Gabutero gibi. Zor koşullarda ayakta kalmaya çalışan bir küçük kızın bu hikâyesi, temel olarak sevgi arayışı içinde olan bir karakteri getiriyor karşımıza ve hayatın iyi ve kötüyü aynı anda içerdiğini söyleyerek umudunu koruyor hep. Hasei’nin bu ilk uzun metrajlı filmi, Manila’dan yakaladığı -karakterlerin yaşam koşulları düşünüldüğünde bir parça fazla renkli ve parlak görünebilecek- görüntüleri, kız ile yaşlı müzisyen arasındaki de dahil olmak üzere anlattığı dostluk hikâyeleri ve samimiyeti ile ilgi çekmeye aday. Belli bir yaşın üzerindeki çocuklarla gençlere de hitap eden bir hikâyesi olan film, sinema dili olarak alışılanın dışına çıkmıyor hiç ama yine de sergilediği masumiyeti ile ilgiyi hak ediyor.

Babasını hiç görmemiş, hep sarhoş olan annesi de başka bir erkeğin peşinden giderek onu terk edince kimsesiz kalmış, on bir yaşındaki bir kız Blanka. Tek başına, dilenerek ve çalarak sürdürdüğü yaşamının onu yaşının gerektirdiğinden çok daha önce sertleştirdiğini anlatan sahnelerle başlıyor film. Kendisine mukavvalardan yaptığı bir “ev”de, sokakta yaşıyor ve daha sonra anne ihtiyacını gidermek için kullanmaya karar verdiği parasını bir zulada saklıyor. Hikâye boyunca kızın yaşadıkları (kör bir müzisyenle tanışması ve birlikte çalışmaya başlaması, kimsesiz çocukları “şov” işinde kullanananlara pazarlayan bir kötü kadınla karşılaşması, bir “çete”nin parçası olması, iftiraya uğraması vs.) filmin ortalamanın altındaki süresi de düşünüldüğünde bir parça fazla görünüyor açıkçası. Doğrudan bir ahlâk (ve/veya hayat) dersi verir görüntüsü olmasa da, hikâyenin akışı hem tahmin edilebilir bir şekilde ilerliyor hem de iyi ile kötülerin savaşında “doğal” sonucu tercih ederek, güvenli sularda kalıyor genellikle. Bu içerik, filmi gençliğine yaklaşmakta olan çocuklar için doğru ve anlamlı kılıyor kuşkusuz ama hikâyenin sinemasal açıdan seyirciyi hiç zorlamadan akmaya devam etmesi düzeyini kısıtlıyor doğal olarak.

Manila’dan yoksulluk manzaralarını göstermekten ve hatta -sayısı ne yazık ki hayli kısıtlı olsa da- yoksulluk ile zenginliği aynı karede sergilemekten çekinmiyor film ama bunlar seyircide bir sorgulamaya neden olacak bir “kışkırtıcılığa” sahip değil. Sokak çocuklarının Manila sokaklarındaki sefaleti ve yaşadıklarını anlatırken bu ilk uzun metrajlı filminde Kohki Hasei, onları bu koşulların içine atan ekonomik, sosyal veya politik düzeni hiç ima etmiyor; onun yerine çocukların yaşadıkları zorlukları göstermeyi ve bu şartlar altında bile umudun ayakta kalabileceğini (veya kalması gerektiğini) söylemeyi tercih ediyor. Böyle olunca da kimi karakterleri fazlası ile idealist çizgilerle çizerken, kızın trajik bir son ile mutluluk arasında gidip gelen kaderinin nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve aslında tüm o finalin de asıl olarak sadece bir “şans”ın sonunda yakalanabildiğini göz ardı ediyor. Takeyuki Onishi’nin imzasını taşıyan ve özellikle teknik açıdan çok başarılı olan görüntülerin yaşanan sefalet için gereğinden fazla renkli ve canlı olduğunu söylemek gerekiyor. Tabii bu tercih hikâye ile uyumlu bir açıdan da ama aynı sokakların örneğin Filipinli yönetmen Brillante Mendoza’nın filmlerinde sergilenen sert hali ile karşılaştırılınca o kadar gerçek görünmüyor. Yine de yönetmenin tercihinin filmin -büyüklere de hitap eden- masal havası ile uyumlu olduğunu söylemek gerek.

Hikâye boyunca küçük kızın sesinden birkaç kez dinlediğimiz ve aslında eski bir İspanyol şarkısı olan hoş parçanın sözleri düş kurmayı ve umut etmeyi salık verirken, kör müzisyenin ağzından duyduğumuz “İnsanlar kör olsaydı, hiç savaş çıkmazdı; gördüklerine çok kapılıyorlar çünkü” cümlesi de düzenin eleştirisi olmaktan çok o düzenin tuzağına düşmemeyi öğütlüyor bize. Kör adamın iyiliği ile örneğin cüce adamın kötülüğünün ve “uçan tavuklar”ın hikâyenin masalsı yanını desteklediği filmin önemli artıları da var. Öncelikle abartılı bir duygusallığa hiç başvurmaması dikkat çekiyor filmin; üstelik hikâyede yaşananlar buna hayli imkân sağladığı halde. Bunun sağladığı gerçekçilik duygusunu karakterlerle de destekliyor film. Hikâyede ön planda olan çocuk karakterlerin “çocuk” olduklarını hiç unutmuyor film ve yaşadıkları onca şeye ve bu şeylerin neden olduğu “erken büyüme” sorununa rağmen, onların içindeki çocuğu doğal ve yumuşak bir şekilde dışarı çıkarıyor sık sık. Bir aile arayışının karakterleri için önemini sıcak bir şekilde aktarmayı, ailenin farklı şekillerinin olabileceğini ve bunların her birinin “normal” aile kadar önemli ve değerli olabileceğini de anlatmayı başaran film, sıcak ve umutlu bir hikâye izlemek isteyenlerin özellikle ilgisini çekecek ve görmeye değer bir çalışma.