“Senin gibi biri olmak istemiyorum, anne. Herkes senin hafifmeşrep olduğunu düşünüyor. Kimse sana saygı duymuyor. Ben o hayatı istemiyorum”
On beş yaşındaki kızı hamile kalan bir kadının, istenmeyen bu hamilelikten dinsel ve yasal yasaklara rağmen kurtulma yollarını arayışının hikâyesi.
Çadlı yönetmen Mahamat-Saleh Haroun’un yazdığı ve yönettiği bir Çad, Fransa, Almanya ve Belçika ortak yapmı. Cannes’da Altın Palmiye ve Çad’ın temsilcisi olarak Oscar’da Uluslararası Film dalında yarışan yapıt 40 yıldır Fransa’da yaşamasına rağmen hep Çad üzerine hikâyeler anlatan Haroun’un ülkesinin gerçeklerini seyircinin karşısına yalın ve gerçekçi bir dil ile çıkardığı bir çalışma. Mathieu Giombini’nin kamerası ile Çad’ın arka mahallerinden birinde yaşanan bir dramı oldukça sade bir belgesel dili ile anlatmayı seçen film, bir yıl boyunca Çad’ın Kültür Bakanlığı’nı da yapan yönetmenin ataerkil ve dinsel/geleneksel kuralların sıkı olduğu, yasaların da bu kurallarla iç içe olduğu bir toplumdan birkaç kadının (anne ve kızının hikâyesini ön planda tutan hikâye, teyze ve onun kızını da katıyor senaryoya bir yan hikâye kapsamında) öyküsünü feminist bir bakışla anlatıyor. Hikâyesinin sahiciliği, görüntülerinin gerek geniş çekimlerde gerekse karakterlerin ruh hallerini yansıtan yakın planlardaki başarısı ve geleneksel müziklerle modern havaları bir araya getirmesi ile bilinen ünlü Senegalli müzisyen Wasis Diop’un özenli çalışması ile kesinlikle ilgiyi hak eden alçak gönüllü bir yapıt.
Bir kadın hikâyesi anlatmış Mahamat-Saleh Haroun. Sadece iki baş karakterin kadın olması değil, bu sıfatı kullanmamızı doğrulayan; anne ve kızının benzer hikâyeleri üzerinden toplumun eril yapısının ve ataerkilliğinin öne çıkarılması, kadınların içlerindeki güce övgü olarak görülebilecek hikâyesi ve hemcinsler arası dayanışmanın güzelliğinin sergilenmesi hikâye için bu sıfatı rahatlıkla kullanabilmemizi sağlayan. Kızının kendi yaşadıklarını yaşamaması için elinden gelenin de ötesine geçen bir mücadele içine giren annenin eylemleri, bir yandan onun kendi geçmişi ile de hesaplaşmasını sağlarken, öte yandan zorluklar karşısında yılmamak gerektiğini de hatırlatıyor. Kürtaj konusunda, dünyanın pek çok ülkesinde, kazanımların birer birer yitirilmeye başladığı günümüzde Çad’dan gelen bu hikâye kadınların kaderlerini hâlâ erkeklerin belirlediğini gösteriyor ve bu da hikâyeyi yerel olmaktan çıkarıp evrensel bir boyuta taşıyor.
Amina (Achouackh Abakar Souleymane) 15 yaşında bir kızı (Maria rolünde Rihane Khalil Alio var) olan bekâr bir anne. Açılış sahnesinde onu araçların hurdaya çıkmış dev lastiklerini parçalarken ve çıkardığı metal tellerden pişirme kabı yaparken görüyoruz. Oldukça fiziksel bir güç gerektiren bu iş onun tek geçim kaynağıdır ve ürettiği kapları pazarda satmaya çalışmaktadır. Sürekli öfkeli ve mutsuz görünen ve kendisi ile konuşmaya yanaşmayan kızının derdinin ne olduğunu ise ancak okul idaresinden öğrenebilecektir. Maria hamiledir ve bu nedenle okuldan uzaklaştırılmıştır; kız bebeği aldırmaya kararlıdır ama yasalar ve annesinin içinde bulunduğu cemaatin kuralları buna kesinlikle izin vermemektedir. Gizli bir kürtaj ise hem tehlikelidir hem de Amina’nın karşılaması mümkün olmayan bir mali bedeli vardır. Hikâye, kadın sünnetini de bir yan hikâye üzerinden katarak, anne ve kızın bu sorunu çözmeye çalışmasını anlatırken, bir süre sonra annenin aslında kendi geçmişindeki acıların da karşılığını bulmaya çalıştığını gösteriyor. Cemaat imamının tavrı ve diyalogları Batılı bir seyirci için muhtemelen bize göre daha ilginç olabilir ve bizimki gibi toplumlarda çok da yeni bir şey göstermiyor aslında; ne var ki Mahamat-Saleh Haroun’un yalın bir belgesel dili ile anlattığı hikâye “Benim bedenim, benim kararım” söyleminin anlamını anlamamakta -hâlâ- direnenler için çarpıcı bir güce sahip olması ile farklılaşıyor.
Film gücünü yalınlığından ve teknik oyunların peşine düşmeyen görselliği kadar, yönetmenin sesi (ortam seslerini) kullanma becerisinden de alıyor. Şehrin gürültüsü, özellikle anne ve kız karakterlerinin mutsuz, telaşlı ve endişeli oldukları anlarda boğucu bir etkiye sahip oluyor nerede ise. Bir yandan fazla mekanik, doğal olmayan ve vurgulu bir havası var bu sesin, diğer yandan nerede ise hikâyenin üçüncü ana karakteri olarak, toplumsal baskının iki kadın üzerindeki gücünün somutlaşmış haline dönüşüyor. Aslında tüm ortam sesleri için söylenebilir bu; ses çalışması motosiklet sesinden bir lastiğin parçalanmasına ve ezan sesine özenli bir kurgu ile filmi işitsel yönden de farklılaştırmayı başarmış. Haroun’un bir diğer başarısı da gerek toplumsal açıdan gerekse tek tek karakterler üzerinden eril bakışa da bir eleştiri getirebilmesi ve bu eleştirisini inandırıcı kılabilmesi. Amina ile evlenmek isteyen komşusunun sözleri ve davranışları erkek ikiyüzlülüğünün ve kadına üstten bakışın örnekleri olarak, hikâyede önemli bir biçimde yerlerini almışlar bir misal vermek gerekirse. Tüm bu sorunlar karşısında ise Haroun dayanışmayı ve mücadeleyi koyuyor önümüze. Başta kadınlar arasındaki olmak üzere, ortak bir mücadelenin önemini ve bu ortaklığın içinde bireyselliği yitirmemenin de gerekliliğini hatırlıyorsunuz hikâye boyunca.
Yönetmenin bir Afrika egzotizminin peşine düşmemesini de artıları arasına koyabileceğimiz filmde “sigara ve dans”ın bir isyana dönüştüğü sahne, kendilerini uyaran imamın arkasından bakan anne ve kızın görüntüsü, dayanışma anları ve “intikam” sahnesi gibi hayli başarılı bölümler var. Bu son sahnede dar ara sokaklarda adeta bir kısa gerilim hikâyesi yazmış yönetmen ve bu küçük filmin en parlak anlarından birini yaratmış. Evet, küçük bir film bu ve öykülerin büyük olanlarını arayanlar için yeterince cazip görünmeyebilir. Adı Çad dilinde “kutsal bağlar” anlamına gelen film buradaki bağ ifadesi ile hem aile bağlarını (anne ile kız kardeşi arasında yaşananları referans alırsak) hem de kadınlar arasındaki -olması gereken- dayanışma bağını kastediyor olsa gerek. İki kadın oyuncunun ama özellikle de anneyi canlandıran Achouackh Abakar Souleymane’ın ince bir sadeliği olan ve bir belgesel karakterine yakın duran performansı ile başarılı oldukları film ses tasarımı ve kurgusunu üstlenen Corinna Fleig’in de adının anılması gereken zarif ve güçlü bir yapıt. Bir başka şekilde söylersek, film Çad’dan gelen bir ses gibi görünse de, dünyanın farklı yerlerinde ve çağımızda beklenmeyecek bir şekilde gittikçe kötüleşen doğal hakları unutmamamızı sağlaması ile evrensel bir ses olmayı da başarıyor. Bir şiirli belgesel bu yapıt ve görülmeyi hak eden bir sinemanın örneği. “Çiğ” havasını yadırgayanlar olabilir ama onu özel kılan unsurlardan biri de bu tercihi zaten.
(“Lingui, the Sacred Bonds” – “Lingui, Kutsal Bağlar”)