La Pirogue – Moussa Touré (2012)

“Allah büyüktür, öyle mi? Camiye gitmezsin, ot ve içki içersin, Dakar’daki her kızın peşinden koşarsın; itiraf et, korkuyorsun, değil mi?”

İspanya’ya kaçak olarak girmek için büyük bir kano ile okyanusa açılan Afrikalılar’ın hikâyesi.

Senegal – Fransa – Almanya ortak yapımı olarak çekilen ve Senegalli yönetmen Moussa Touré’nin şimdilik son çalışması olan film kapanış jeneriğinde belirtildiği üzere 2005-2010 arasında Avrupa’ya doğru kaçak yolculuğa çıkan ve 5 Bini boğularak ölen 30 Bin Batı Afrikalı’ya ithaf edilmiş bir çalışma. Hemen tamamı ilk filmlerinde oynayan amatör oyuncuları ile bir doğallık yakalayan ama bu doğallığı yeterli bir ilginçlikle besleyemeyen film bu trajik yolculuklardan birini ele alırken, yolculuğun bilinen nedenlerinden çok kendisine ve sonuç ne olursa olsun bazı şeylerin değişmeyeceğini vurgulamaya odaklanmayı tercih etmiş. Genel yaklaşımı ile İtalyan sinemasına 1944 ile 1952 arasında damgasını vuran Yeni Gerçekçilik akımını hatırlatan film, hemen her gün bir örneğini duyduğumuz ve çoğunlukla onlarca insanın ölümü ile sonuçlanan yolculuklardan birini anlatması ile önem kazanan bir eser.

Giriş ve sondaki kısa bölüm dışında tamamı okyanustaki kano üzerinde geçen film yaşadıkları yerlerdeki yoksulluktan kaçarak Avrupa’ya kapağı atmaya çalışan Senegalli ve Gineli insanları kanoyu idare eden kaptanı öne çıkararak anlatıyor. Yerel motifler taşıyan başarılı bir müzik eşliğinde anlatılan hikâye farklı karakterler üzerinden ilerliyor ama kaptan dışındaki karakterlerin hemen hiçbirini yeterli bir derinlikte getirmiyor karşımıza. Büyük bir ekonomik krizde olduğunu bilmelerine rağmen kendi yaşadıkları koşullar ile karşılaştırdıklarında hâlâ bir cennet olarak gördükleri İspanya’ya doğru çok tehlikeli bir yolculuğa çıkan bu insanların kendilerinden çok yolculuğun kendisi önem taşımış görünüyor filmin yaratıcıları için. Bu belki sinemasal yaratıcılık açısından bir eleştiri konusu olabilir ama anlaşılan Touré karakterlerden çok hikâyenin kendisinin öne çıkmasını özellikle tercih etmiş; ne var ki bu tercihin de sıkıntılı tarafı filmin ne popüler sinemadan hoşlananlar için yolculuğunu yeterince “görkemli trajediler” ile süsleyebilmesi ne de sinema sanatının düşkünleri için yeterli bir yenilik içerebilmesi.

Amatör ama kendilerini oynarcasına (ki muhtemelen öyle) doğal performanslar sergileyen oyuncuların bize taşıdığı bu “basit” hikâye bir sosyal trajediyi örneklerinden biri üzerinden anlatırken
kimi anlarında hayli etkileyici olmayı da başarıyor. Örneğin kahramanlarımızın motorlarının bozulması nedeni ile okyanusun ortasında aç ve susuz kalan ve kendileri gibi kaçak olanlarla karşılaştıkları sahneden etkilenmemek mümkün değil. Sinemasal yanından çok içeriği nedeni ile etkileyici olan bu sahnenin bir benzeri de kendileri de benzer durumda okyanus ortasında kalan kahramanlarımızın her birinin iç seslerine tanık olduğumuz anlar. Karşımızdaki insanların tek tek umutları, korkuları, hayal kırıklıkları, özlemleri ve vedalarına tanık olduğumuz bu anları yönetmen Touré etkileyici bir biçimde getiriyor önümüze. Keşke sadece gerçekçiliğin izleri ve konunun önemi ile yetinilmeyip sinemasal açıdan da farklılıkların veya en azından bir çarpıcılığın peşine düşülseymiş demek mümkün ama yine de ilgiyi hak eden bir çalışma özet olarak. En azından haberlerde görüp, duyup, okuyup artık kanıksadığımız ve sıradan görünen bir trajedinin aslında nasıl can yakıcı bir gerçek olduğunu hatırlamak ve tekrar üzerinde düşünmek için görülmeli.

(“The Piroge” – “Goor Fitt” – “Kano”)