Enough Said – Nicole Holofcener (2013)

“Neden bu geceyi eski karımla geçirmişim gibi hissediyorum?”

Masöz olarak çalışan boşanmış bir kadının kendisi gibi dul bir erkekle tanışması ve iyi bir müşterisinin adamın eski karısı olduğunu öğrenmesi ile gelişen olayların hikâyesi.

2013 ylında hayatını kaybeden oyuncu James Gandolfini’nin sondan bir önceki filmi olarak ayrı bir önem taşıyan, televizyon dizilerindeki yönetmenliğinin arasına serpiştirdiği sinema filmleri ile tanınan Nicole Holofcener’in çektiği, iyi yazılmış, iyi oynanmış ve keyifli bir romantik komedi. Yardımcı oyuncuları ile de dikkat çeken film, büyük laflar edilmeyen ve çok da bir derdi olmayan türden, eğlenerek ve karakterleri ile sempati kurularak seyredilebilecek bir çalışma. Zaman zaman bir sit-com havasına bürünen ve kimi oyunculuklarının da bu havayı desteklediği film ilgiyi hak ediyor.

Her ikisi de boşanmış ve üniversiteye başlamak üzere olan bir kızları olan bir kadın ve bir erkeğin (Julia Louis-Dreyfus ve James Gandolfini) aralarındaki aşkın başlaması, gelişmesi, bir engel ile karşılaşması ve bir romantik komediye yakışır şekilde sonlanmasını anlatıyor filmimiz. Samimi havası, “gerçek” karakterleri, eğlenceli ve sıkı diyalogları ve tüm oyuncularının performansları ile başarılı bir romantik komedi bu ve sıraladığım özelliklerin düşkünlerinin de kaçırmaması gereken bir çalışma. Julia Louis-Dreyfus ve Gandolfini dışında, Toni Collette ve Catherine Keener gibi iki sıkı oyuncusu daha var filmin ve her bir oyuncu karakterini hem ilginç hem de keyif verici kılmayı başarıyorlar hikâye boyunca. Özellikle Dreyfus’un oyunundaki eğlenceli sit-com havası filmin zaman zaman almayı tercih ettiği bu havanın destekleyicisi olarak filme hayli yakışıyor. Burada söz konusu olan tercih ise filme hem artı hem eksi yönde etki etmiş gibi görünüyor. Olumsuz açıdan bakarsak, filmin fazlası ile “beyaz”, şık, bir parça yüzeysel ve dertsiz havasını daha da artıran bir tercih bu. Buna karşılık oyunculuklar ile hikâyenin kendisi ve Holofcener’in sinema dili o denli iyi bir uyum içinde ki bu parlak başarıdan etkilenmemek pek mümkün görünmüyor.

Holofcener’in senaryosunun başarılarından biri yan hikâyeleri (genç kızlarla ebeveynleri arasındaki ilişkiler, diğer çiftlerin hikâyeleri vs.) asıl hikâyesini besleyecek ve zenginleştirecek şekilde akıllıca ve doğal bir biçimde kullanabilmesi ve kimi hoş çelişkileri de hikâyeler arasındaki bu ilişkilerden üretebilme becerisini göstermesi. Kızının arkadaşına ilişkileri konusunda “cüretkâr” tavsiyelerde bulunan ama kendi ilişkisi konusunda çocukca korkulara kapılıp, oyunlara girişen kadının durumu bu hoş çelişkilerden biri örneğin. Hikâyenin eğlenceli ve çekici bir yanı da bir kadının bir erkekle ilişkisini daha da ciddileştirecek adımı atmadan önce, o adamla evlilik ilişkisi olmuş bir kadının anlattıkları ve tecrübeleri üzerinden bu ileri adımları atmadan denemeye çalışması ki filme pek çok komik anı da onun bu çabası armağan ediyor. Seyirciyi de düşünmeye sevk edecek bir husus var burada: Düşüncelerimizi, duygularımızı, gözlemlerimizi başkasının gözünden sorgulamaya kalkmak. Bir şekilde hepimizin doğrulanmak adına belki de, sıkça yaptığımız bir şey olsa gerek bu ve filmimizin de eğlencelerinden birini oluşturuyor. Bir başka deyişle, “flört dönemindeki gözü kapalılığı” kırmaya çalışan bir kadının içine düştüğü durumlar olarak özetleyebileceğimiz hikâyenin bir parça tanıdık gelmesi gibi bir zayıf yanı da var açıkçası. Yeterince dramatik çelişki barındırmadığı ve akışı da tahmin edilebilecek sularda ilerlediği için çok da kalıcı bir etkisi olmayabilir seyreden üzerinde ama bu çok da önemli bir kusur değil elbette.

James Gandolfini’nin zarif bir yalınlık ve Julia Louis-Dreyfus’un dinamizm ile örülü keyifli oyunculuklarının ödüllerinden biri olduğu film arada sit-com’lardan esinlenmiş tadı verse de eğlenceli diyalogları ile de ilgiyi hak ediyor. Bazen kendinizi “bildiğiniz” hikâyelerin içinde bulmanızın sakıncası yok diyorsanız ki bence yok, görülmeyi ve sevilmeyi hak eden bir film var karşınızda.

(“Başka Söze Gerek Yok”)