Cold Turkey – Norman Lear (1971)

“İşin ucunda değil 25 Milyon, 100 Milyon Dolar olsa bile tüm bir kasaba halkının sigarayı birdenbire bırakabileceğine inanıyor musunuz?”

Bir sigara firmasının halka ilişkiler ve reklâm amacı ile düzenlediği yarışmanın ödülü olan 25 Milyon Dolar’ı kazanmak için hep birlikte 30 günlüğüne sigarayı bırakan kasaba halkının hikâyesi.

Margaret ve Neil Rau’nun basılmamış romanından sinemaya uyarlanan bir A.B.D. yapımı. Senaryosunu Norman Lear ve William Price Fox’un yazdığı filmin yönetmen koltuğunda da oturan Lear aynı zamanda yapımcılığı da üstlenmiş. İyi ve potansiyeli yüksek bir fikirden yola çıkan hikâye zaman zaman eğlendirse de son bölümleri hariç güçlü bir mizaha sahip değil genellikle ve sinemadaki tek yönetmenliğini bu film ile gerçekleştiren Lear da filme gerekli olan dinamizmi bir parça “kaba” bir şekilde sağladığı için her anında yeterli bir çekiciliğe ve derinliğe sahip olamıyor film. Buna karşılık, başta rahibi canlandıran Dick Van Dyke olmak üzere kalabalık komedi oyuncu kadrosunun tümü filme eğlence katarken, film de tüm final bölümü ve içerdiği eleştirileri ile ilgiyi hak ediyor.

Çekimleri 1969 yılında tamamlanan film yapımcı şirketin gişe endişesi nedeni ile iki yıl bekletilmiş gösterime sokulmadan önce. Bu endişe çok da yersiz değilmiş açıkçası: Bunun da temel nedeni filmin gerek senaryosunun gerekse yönetmenlik çalışmasının yeterince güçlü ve derin olmaması. Komedi anları kimi zaman zorlama (veya bir parça uzatılmış) görünürken, oyuncular da -senaryonun doğal sonucu olarak- incelikten uzak ve mimiklere fazlası ile dayalı bir komedi oyunculuğu gösteriyorlar. Daha incelikle ve daha güçlü bir biçimde anlatılmalıymış gibi görünen hikâye, böyle olunca da olması gerektiği kadar eğlendiremiyor seyircisini. Yine de kimi gerçekten komik anları var filmin: Örneğin kasabanın rahibinin koşuya çıktığı bir sabah tümü tiryaki gibi görünen kasaba halkından gelen öksürük sesleri, sigarayı bırakmanın kasaba halkı üzerinde neden olduğu farklı sonuçlar (sürekli yemek yemekten öfke nöbetlerine veya bir sigarayı unutma çabası olarak sürekli seks yapmaya uzanan sonuçlar bunlar) veya bugüne kadar sigara içmeden hiç ameliyat yapmamış olan doktorun yaşadığı zorlu anlar sıkı bir kahkaha attırmasa da güldürmeyi başarıyor. Buna karşılık, örneğin sürekli hapşuran kadının ne amaçla filme konduğunu ve buradan nasıl bir komedi üretilmeye çalışıldığını anlamak zor ve hikâyede bunun gibi başka anlar ve karakterler de var.

Dinamiti bulan Alfred Nobel’in “bir yandan bu keşfi ile para kazanırken”, diğer yandan Nobel Ödülleri’ni kurmasından ilham alan bir halkla ilişkiler görevlisinin çalıştığı sigara şirketine tüm halkı hep birlikte sigarayı bırakan kasabanın ödüllendirileceği bir yarışma düzenlemeyi önermesi ile başlıyor film. Bu imkânsız hedefi hiçbir kasabanın gerçekleştiremeyeceğini düşünüyorlar ama tüm ülkede tek bir kasaba rahiplerinin önderliğinde bu zorlu işe soyunuyor. Kendisi de eski bir tiryaki olan rahip, teşvik ederek, korkutarak veya hatta tehdit ederek de olsa bir şekilde herkesi ikna ediyor sigarayı bırakmaya. Ödülü vermeyi baştan beri hiç düşünmemiş olan firma da durumun riskli olduğunu görünce kasabanın planını bozmaya çalışıyor. Film tüm bunları anlatırken epey bir kesimi de eleştirisinin odağına alıyor: Politikacılar, kilise, medya, büyük şirketler ve tutucu topluluklar (bugünkü Trump hayranları olarak düşünebiliriz bunları) hikâye boyunca filmin -çok güçlü ve eğlendirici biçimde olmasa da- hücumuna uğruyorlar ve kimi sert eleştirilerden paylarını alıyorlar. Bu eleştirilerin sonuçta bir yere bağlanmaması veya kasaba halkının birden ünlü olmaları nedeni ile hırslı insanlara dönüşmeleri örneğinde olduğu gibi bazılarının da unutulup gitmesi senaryonun problemlerinden biri. Yine de filmin özellikle finali açısından hakkını vermek gerekiyor: Bir “beyaz duman”dan gönüllü olarak kurtulan (en azından 30 günlüğüne) halkın, A.B.D. Başkanı’nın “müjde”si ile sonsuza kadar sürecek bir “kara duman”a maruz kalacağını gösteren final filmin hem kara komedi olarak hem de eleştirel olarak en iyi anı ve tüm film bu denli güçlü olsaydı ne iyi olurdu diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Aslında tüm final bölümü (üç kişinin vurulması, son bir sigara için yalvaran doktor veya nihayet kavuşulan sigaradan alınan müthiş keyif vs.) filmin en parlak anlarını içeriyor ve ortalamasıyı da hayli yükseltiyor kesinlikle.

Sessiz döneminde girdiği sinemada son kez bu filmde oynayan ve film gösterime girmeden ölen, sigara şirketi sahibi rolündeki Edward Everett Horton, rahibin eşini oynayan Pippa Scott, doktoru canlandıran Barnard Hughes, tutucu cemaatin lideri rolündeki Graham Jarvis, bu cemaatin üyesi olan ve komünistlerden nefret eden yaşlı kadını oynayan Jean Stapleton’un başroldeki Dick Van Dyke’a keyifli bir biçimde eşlik ettiği film muhtemelen sinema tarihinde perdede sigaranın en çok göründüğü eserlerden biri olmak gibi ilginç bir özelliğe de sahip ve bu bağlamda sigaranın hem tutkunlarının hem de düşmanlarının ilgisini çekmeye aday ayrıca. Orijinal adı, bağımlı olan bir şeyi (sigara, alkol, uyuşturucu vs.) birdenbire bırakmaktan gelen film, belki bu durumun yaratacağı şok kadar güçlü bir etkiye sahip değil ama görülmeyi hak ediyor.

(“Büyük Ödül” – “Vazgeçilmez Arzu”)