Oğuz Demiralp’ın bir eleştirmen olarak değil bir seyirci olarak kaleme aldığı yazıları çoğunlukla son otuz yılda çekilmiş filmler üzerinden ülkenin halini yorumluyor. Diplomatlığı da bulunan yazar kitabındaki Türkiye incelemesine konu olan filmleri Strasbourg’da her yıl düzenlenen Türk filmleri haftasında gösterilen eserler arasından seçmiş.
Yazarın da belirttiği gibi kesinlikle bir film eleştirisi kitabı değil bu. Zaten yazılarda da filmlerin sinemasal değerlerine sadece birkaç cümle ile değiniliyor ve bunun yerine yazar filmin ne anlattığına ve anlattığının Türkiye’deki hangi toplumsal veya sosyolojik olguya karşılık geldiğine odaklanıyor. Örneğin Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşin Yolculuğu” filmini Kürt sorunu, Yavuz Turgul’un “Gönül Yarası” filmini yitirilen Cumhuriyet idealleri ve Ezel Akay’ın “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” adlı eserini toplumdaki aydın-halk ikilemi ve iktidarın eleştirilebilmesi/eleştirilememesi üzerine düşüncelerini söylemek için araç olarak kullanıyor Demiralp. Dile getirilen düşüncelerin derinliği yazıların kısalığı ve filmin hikâyesinden yola çıkılmış olması nedeni ile daha çok bir köşe yazısı düzeyinde kalıyor açıkçası ama zaten yazarın bu konuda farklı bir iddiası da yok. Dolayısı ile Süreyya Duru’nun “Kara Çarşaflı Gelin” filminden yola çıkılarak yazılan ve Türkiye toplumunun feodal yapısına ağa baskısı, kan davası ve toprak reformu üzerinden bakan yazıdaki “Türk solu Devlet’ten hiçbir zaman ümidini kesmemiştir” gibi iddialı cümleleri genellikle daha ileriye taşımıyor yazar ve bu nedenle de okuduğunuz daha çok alınmış birtakım notlar seviyesinde kalıyor. Yine de okuyanı fazla yormayan yazılanların şu önemini teslim etmek gerek: Tüm filmler, ister ticari amaçla ister sanat odaklı üretilmiş olsun, bir okumaya da imkân sağlar. Hikâye mutlaka toplumsal bir olguya –bilinçli veya bilinçsiz- değinir. Bu değinme hangi amaçla ve hangi düzeyde yapılırsa yapılsın, seyirciye de mutlaka bir şeyler anlatır. İşte kitaptaki yazılarda ele alınan filmler sinemasal kalitelerinden bağımsız olarak yazara bu okuma fırsatını sağlamış ve o da bu fırsatı kullanmış görünüyor. Onun filmleri okumasının sonuçları da kitabın okuyucusuna bir düşünme ve tartışma eylemi için çıkış noktası veriyor en azından.
Demiralp’ın yazılarında dile getirdiği düşünceleri kendisini yüzü net bir biçimde Batı’ya dönük bir “Cumhuriyet çocuğu” olarak nitelendirebileceğimiz içeriklere sahip genelde. Lütfi Akad’ın “Kanun Namına” ve “Üç Tekerlekli Bisiklet” ve Tunç Başaran’ın “Kaçıklık Diploması” filmlerinin çıkış noktası olduğu yazılardaki Cumhuriyet ve Atatürk övgüleri bu nitelemenin en iyi örnekleri. Yine Tunç Başaran’ın “Abuzer Kadayıf” filmi ile ilgili yazıdaki arabesk ile ilgili satırları da yazarın bugün kolayca yapıştırılıveren bir yafta olan “elitist” eğiliminin işaretlerini veriyor. Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında” filmi hakkındaki yazıda yer alan ve ana dilini kullanabildiğin bir toplumda yaşayabilmenin önemi ile ilgili satırların “Güneşin Yolculuğu” yazısındaki Kürt sorununa asıl odağından değil devletin bakışından bakan cümleler ile çelişkinin kaynağını ise Cumhuriyet’in başlattığını onu tahrip etmeden sorgulamayı başaramayan bir neslin dramında aramak gerekiyor.