Nordwand – Philipp Stölzl (2008)

“Bir zamanlar Tony anlatmıştı: Duvarın eteklerindeyken, yukarı baktığınızda kendi kendinize “Birisi buraya nasıl tırmanır?” diye sorarsınız, “Hatta neden tırmanmak istesin?”. Ama sonra yukarı çıkıp da aşağıya baktığınızda her şey aklınızdan uçup gider, geri döneceğinize dair söz verdiğiniz kişi dışında”

İsviçre’de daha önce tırmanılamamış bir zirveye çıkmaya teşebbüs eden iki Alman dağcının ve Nazilerin onları Almanya’nın propagandası için kullanmaya çalışmasının hikâyesi.

1936’da yaşanan gerçek bir olayı anlatan film, Benedikt Röskau’nun orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Rupert Henning, Chris Silber, Philipp Stölzl ve Johannes Naber’in yazdığı ve yönetmenliğini Philipp Stölzl’ün yaptığı bir Almanya, Avusturya ve İsviçre ortak yapımı. Andreas Hinterstoisser ve Toni Kurz adlarındaki iki gerçek karakterin hikâyesini kabaca hazırlık ve tırmanış olarak ayırabileceğimiz iki ana bölümde anlatan film bu bölümlerin ilkinde idare eder bir havada ilerlerken, ikincisinde teknik becerisi, gerilimi (hikâyenin sonu biliniyor olsa da) ve becerikli sinema dili ile seyirciyi kendisine bağlamayı başarıyor. Fazlası ile alışılmış bir Nazi rejimi eleştirisi yapmak yerine, faşistlerin iktidarının en görkemli yıllarından gerçekçi bir atmosfer çizen film tarihsel gerçeklere genel olarak sadık kalması ile de takdiri hak ediyor. Ticarî sinemanın kayda değer örneklerinden biri bu çalışma.

Bir kadının yapraklarını karıştırdığı bir gezi rehberini göstererek başlıyor film. Bir dağcının kendi yazdığı notlar, sayfalara yapıştırdığı fotoğraflar ve tırmanış rotaları ile ilgili çizimlerinin yer aldığı deftere bakan Luise (Johanna Wokalek), filmde hikâyesi anlatılan iki Alman dağcı olan Andi (Florian Lukas) ve Toni’nin (Benno Fürmann) çocukluk arkadaşıdır ve onların tırmanışını bir gazeteci olarak takip etmiştir. 1936’dayız ve sinemada gösterilen bir haber görüntüsünde 1935 yılında Alpler’in İsviçre sınırları içinde yer alan Eiger adındaki dağına tırmanmaya çalışırken hayatlarını kaybeden iki Alman vatandaşından (Karl Mehringer ve Max Sedlmeyer) bahsedilmektedir. Nazilerin büyük bir propaganda malzemesi olarak kullanacağı Berlin Olimpiyat’ı yaklaşmaktadır ve öncesinde Nazi iktidarı Eiger dağının kuzey yamacından yapılacak ilk tırmanışı Alman ırkından olanların gerçekleştirmesi ile bu propagandaya bir katkı daha sunmaya kararlıdır. Andi ve Toni kendilerine gelen teklifi ilkinin isteğine rağmen, ikincisinin o dağa çıkışı çok tehlikeli bulması nedeni ile ret edince, Luise’in çalıştığı gazetenin masraflarını karşıladığı iki Avusturyalı (sonuçta onlar da üstün ırktandır ve iki yıl sonra işgal edecekleri Avusturya ile ortak bir operasyon ek bir propaganda sağlayacaktır Hitler’e) girişirler işe. Ne var ki Andi ve Toni kararlarını değiştirirler ve tamamen kendi imkânları ile onlar da Eiger’e tırmanmaya karar verirler. Film temel olarak onların çabasını ve bu çabalarının sonuçlarını anlatırken, kaderleri bir süre sonra onlarınki ile birleşecek olan Avusturyalıları da getiriyor karşımıza.

Andi ve Toni’nin ordudaki görevleri sırasında kendilerini “Heil Hitler” sözleri ile selamlayan diğer askerleri “Hoşça kal” ile cevaplaması benzeri birkaç örnek dışında film onların ülkede iktidarda olan Naziler ile ilgili herhangi bir davranış veya görüşünü aktarmıyor bize. Adeta apolitik iki karakter bu genç adamlar ve tırmanma hevesleri de sadece kendi kişisel arzuları ile sınırlı. Muhtemelen gerçek hikâyede de böyledir durum ve bu açıdan değerlendirince, filmin onların üzerinden bir anti-Nazi söylem üretme kolaylığına kapılmaması doğru bir seçim. Sonuçta yıl henüz 1936 ve bırakın Almanları, dünyanın büyük bir kısmının bile Hitler’in rejimi hakkında bugünkülerden çok farklı görüşlere sahip olduğu bir zamandayız. Bu “gerçeklere bağlı kalma” belki hikâyenin gücünü azaltıyor gibi görünebilir başta ama iki genç adamın hikâyesi kendi başına yeterince etkileyici kesinlikle. Ayrıca film eleştiriden tamamen yoksun da değil; Nazilerin dağla ilgili hevesleri ve planlarını hep gündeminde hikâyenin ve “gazeteci olmakla insan olmak arasındaki çatışma” da önemli bir yer tutuyor filmde. Bir kahramanlığın, o olmazsa bir trajedinin peşindeki gazeteciyi eleştirdiği gibi hikâye, onun karşısına dayanışmayı kahramanlığa tercih eden iki güçlü karakteri koyarak seyirciyi duygusal olarak da hep kendi tarafında tutuyor.

Daha ilk tehlike sahnesinden başlayarak film aksiyonu ve teknik başarısı ile sınavını parlak notlarla geçiyor. İsviçre’deki dağa gelen heveslileri “İşte bir çift aptal daha. Trenle gelip tabutla dönerler” sözleri ile karşılayan yerel rehberlerin vurguladığı gibi, çok tehlikeli bir tırmanış beklemektedir kahramanlarımızı; çünkü adeta düz bir duvar gibidir dağın kuzey yamacı ve film onların insanüstü çabalarını seyirciye adeta kendisinin harcadığını düşündürtecek kadar gerçekçi bir dil ile anlatıyor olan biteni. Onlar bu tehlikeleri yaşarken, otelde bekleyenlerin gösterildiği kimi sahnelerde bir lüks ve rahat vurgusu yapılmasının hikâyesinde bir yere oturmadığı yapıt, tırmanışın her anını ve karşılaşılan tehlikeleri (kar fırtınası, yetersiz teçhizatın yarattığı riskler, yaşanan aksilikler vs.) bir belgesel gerçekçiliği ile karşımıza getirmeyi başarmış Alman yönetmen Philipp Stölzl. Yüreğinizi hoplatan, karakterlerden birinin hissettiği acıyı aynı güçte sizin de hissetmenizi sağlayan sahneler filmin ikinci yarısında peş peşe geliyor görüntüye ve ilk yarının bir parça vasat havasını tamamen dağıtıyor. Yüksek bir teknik beceri ile oluşturulan bu sahnelerde efekt kullanıldığını düşüneceğiniz tek bir an bile yok. İki baş oyuncunun (Fürmann ve Lukas) performanslarının ve tırmanış ilerledikçe geçirdikleri fiziksel dönüşümü (çöküşü, aslında) başarı ile yansıtan makyaj çalışmasının ve tüm efektlerin tam puan alması filmin bir aksiyonu sinema sanatında en değerli kılacak unsur olan gerçekçilikte sınıfını parlak notlarla geçmesini sağlıyor.

Alman ve Avusturyalı iş birliğinden düşmanlara korku salacak bir kahramanlık yaratmak isteyenlerin karşısına farklı ulusların iş birliğinden doğan bir dayanışma ve dostluğu yerleştiren film aslında bu seçimi ile güçlü bir “politik mesaj” da veriyor bize. Açıkçası filmin tırmanış (ve geri dönüş) sahneleri o denli çekici bir başarıya sahip ki bunun öncesindeki sahneler yavan kalıyor, hatta bir televizyon filmi havasına sahip olduklarını söylemek bile pek yanlış olmaz. O kısa romantizme hiç gerek yokmuş örneğin ve iki kahramanın dağcılık dışındaki karakterleri çok daha iyi anlatılabilirmiş filmin iki saati aşan süresi içinde. Yine de tüm bunlara boş verilip, keyifle ve heyecanla seyredilebilir bir sinema yapıtı bu; sonuçta ayağınızı sürekli olarak sağlam bir yere bastığınıza emin olma endişesi yaratan bir aksiyon filminden başka bir şey beklemeye pek de gerek yok.

(“North Face” – “Kuzey Yamacı”)