“Öyle güzel bir çehresi, öyle temiz bir kalbi var ki! Efendim, eğer kadın olarak doğsaydınız, onun gibi olurdunuz”
Roma İmparatorluğu döneminde, özgürlüğünü kazanabilmenin karşılığında genç sahibini aşık olduğu kadına kavuşturmaya çalışan bir kölenin hikâyesi.
Antik Roma döneminin komedya yazarı Titus Maccius Plautus’un oyunlarından esinlenen bir sahne müzikalinin sinema uyarlaması. Prestijli Tony ödülünü kazanan, Burt Shevelove ve Larry Gelbart tarafından yazılan hikâyesine Stephen Sondheim’ın şarkılarının eşlik ettiği sahne müzikalinin bu sinema uyarlamasının senaryosu Melvin Frank ve Michael Pertwee’ye ait, yönetmenliği ise Richard Lester üstlenmiş. Türünü fars olarak nitelendirebileceğimiz filmin hikâyesi temel olarak yanlış anlamalar, saklanan kimlikler vs. üzerinden ilerliyor ve temposunu bir an bile kaybetmeden dolu dizgin anlatıyor anlatacağını. Bu süratli anlatım bir yandan filmi dinamik kılarkan ve seyircinin bir an bile hikâyeden kopmamasını sağlarken, öte yandan komedinin de zaman zaman idrak edilememesine yol açacak kadar ivme kazanıyor. Başta köleyi oynayan Zero Mostel ve kölebaşını canlandıran Jack Gilford olmak üzere tüm oyuncuların bu sürate başarılı bir şekilde uyum gösterdiği ve bugünün seyircisi için belki biraz dozu kaçmış bir abartıya başvurduğu film Hollywood’un klasik dönemlerinden ilgiyi hak eden bir eğlencelik.
Filmimize kaynaklık eden müzikal adını vodvil oyuncularının bir hikâye anlatmaya başladıklarında kullandıkları giriş cümlesinden (“Tiyatroya gelirken yolda komik bir şey oldu”) alıyor ve bize komedisini başta sona korumaya çalışan ve bunu her zaman yeterince olmasa da genellikle başaran bir hikâye anlatıyor. Müzikalde yer alan şarkıların bir kısmı filmde kullanılmamış ve açıkçası birkaçı dışında filmin komedisine sağlam bir katkıda da bulunmuyor kullanılanlar. Aslında pek çok şarkı sahnesine rağmen, filmin müzikal yanının komedi yanının hayli gölgesinde kaldığını ve daha çok arada şarkıların yer aldığı bir komedi havası taşıdığını söylemek gerekiyor karşımıza çıkanın. Şarkıların bir müzikaldekinin aksine her zaman hikâyeyi anlatmanın bir parçası olmaması ve bundan da daha önemli olmak üzere, nerede ise kesintisiz diyalog kullanımının ve komedisinin fiziksel yanının sık sık öne çıkmasının etkisi olmuş bu sonuçta. Filmin müzikal açıdan bu tercihte bulunması belki kimileri için bir olumsuz puan olabilir ama bu açıdan bir sorun yok ortada aslında. Hatta filmin şarkıları kullanımı bazen sıkı bir komedinin de kaynağı olmuş: Örneğin “Lovely” adlı şarkının önce genç sahip ve aşık olduğu “bakire cariye”nin düeti, ilerleyen bir bölümde ise köle ile kölebaşı arasında bir düet olarak sergilenmesi eğlenceli bir tercih kesinlikle.
Sahnede de aynı rolleri canlandıran Zero Mostel ve Jack Gilford’un oyunculukları diğer oyuncuların da eşlik ettiği ve fiziksel yanın sıklıkla öne çıktığı eğlenceli bir havayı getiriyorlar karşımıza. Burada, yönetmen Richard Lester’ın favori oyuncularından olan Michael Crawford’un hemen hiç dublör kullanmadan canlandırdığı sahnelerdeki cesaretini de atlamamak gerekiyor. Crawford onlarca basamağı olan bir merdivenden aşağıya sıkı bir düşüş sergiliyor hayli eğlenceli bir sahnede ve karakterinin “şapşal aşık” halini seyirci için kesinlikle filmin eğlenceli öğelerinden biri yapmayı başarıyor. Onun diğerleri ile kıyaslandığında nerede ise “minimal” bir oyunculuk sergilediği bile söylenebilir çünkü diğer tüm oyuncular, başta Mostel olmak üzere mimiklerini fazlası ile kullanan bir performans sergiliyorlar. Öyle ki Mostel’in mimiklerinin, yıllar sonra çekilen filmlerinde zaman zaman hayli abartılı olabilen Zeki Alasya tarafından tekrarlandığını rahatça söyleyebilirsiniz. Bunun da aslında olumsuz bir durum olmayabileceğini, aksine filmin genel havasına gayet uygun olduğunu da söylemek mümkün öte yandan. Ve tüm bu oyuncuların yanında sinemanın “gülmeyen komedyeni” Buster Keaton da var filmde. Sanatçı kanserle boğuştuğu sırada oynadığı, sinemadaki bu son filminde kendisini göstermeyi başarıyor o geniş kadro içinde.
Tüm karakterlerin bir oyunun peşinde koştuğu, her birinin kendi zaaflarının neden olduğu tuzaklara düştüğü, kimliklerin karıştığı, yanlış anlaşılmaların nefes aldırmayacak bir yoğunlukla üst üste geldiği hikâye bazen “karmaşık” görünebilir ama aslında filmin amaçladığı tam da bu sanki: Komedinin tadını seyircinin de tıpkı karakterler gibi kafası karıştıkça daha iyi aldığı bir film çünkü bu. Eğlenceli ama bir parça “kaba” komedisi olan kimi sahneleri (cariyelerin müşteriye tanıtıldığı sahne örneğin veya komutanın şehre girişi bölümü), eğlenceli kimi esprileri veya abartının rahatsız etmeden eğlendirdiği anları (iksir için “at teri” peşinde koşan gencin sonunda bir atı hamama götürmesi gibi) için de ilgiyi hak eden bir film karşımızdaki. Kapanış jeneriğindeki “sinek istilası”nın esprisini merak edenler için bunun filmin çekim sürecinde yaşanan bir sıkıntıya gönderme olduğunu söyleyelim bir not olarak. Filmdeki bir sahnede bizim de tanık olduğumuz gibi, sinekler İspanya’da hayli sıcak bir havada devam eden çekimlerde setteki meyve ve sebzelerin çürümesinin etkisi ile, çekim yapanları sık sık sıkıntıya sokmuş ve Richard Williams imzalı kapanış jeneriğindeki animasyonun konusu olmuşlar buna gönderme olarak.
Görüntü yönetmenliğini sonraların ünlü yönetmeni Nicolas Roeg’in üstlendiği, gerçekçi set tasarımları ile dikkat çeken, Ken Thorne’un müzik çalışması ile Oscar kazandığı bu enerji dolu film yönetmen Richard Lester’ın en parlak işlerinden biri değil kuşkusuz. Onun kimi kamera oyunları ve kurgu tercihleri de her zaman pek şık durmuyor açıkçası ama tüm bunlar filmden keyif almaya ve örneğin “Everybody Should Have A Maid” şarkısının yarattığı “erotik” havanın tadını çıkarmaya engel olmamalı.
(“Aptallar Şehri”)