Enter the Dragon – Robert Clouse (1973)

“Düşünme, hisset! Aya doğru işaret eden bir parmak gibi: Parmağa değil, aya konsantre ol! Yoksa o muhteşem görüntüyü kaçırırsın. Gözlerini rakibinden asla ayırma… selâm verirken bile”

Hong Konglu bir dövüşçünün İngiliz istihbarat servisinin isteği ile peşine düştüğü bir çete liderinden kişisel intikamını da almasının hikâyesi.

Michael Allin’in orijinal (ve 1962 yapımı Bond filmi “Dr. No – Doktor No”dan esinlenmiş görünen) senaryosundan Robert Clouse’un çektiği, Hong Kong ve A.B.D. ortak yapımı bir klasik. Henüz otuz iki yaşındayken hayatını kaybeden Bruce Lee’nin tamamlayabildiği son çalışması olan film A.B.D.’de ve aslında tüm dünyada kung fu çılgınlığını başlatan sinema eseri olarak kabul ediliyor pek çok kimse tarafından. Hayli düşük bir bütçe ile çekilen eser kazandığı yüksek gişe geliri ile 1973’ün en kârlı filmlerinden biri olmuştu. Ülkemizde de büyük ilgi toplayan bu “karate filmi” bugün türünün en önde gelen klasiklerinden biri ve basit hikâyesine rağmen bir kült olabilmesinde pek çok farklı unsurun rolü olmuş görünüyor. Lee’nin varlığı ve onun “sahnelediği” dövüş anları, türünün özelliklerini ustaca bir araya getirmesi, Lalo Schifrin imzalı parlak müziği ve 1970’leri karşımıza taşıyan set tasarımları ile kesinlikle görülmesi gerekli olan bir film bu ve sadece bir tane bu tür film izleyecekseniz o bu olmalı dedirten bir klasik kesinlikle.

Hikâyemiz basit (olması gerektiği gibi) ve elbette bir intikam teması da içeriyor (yine olması gerektiği gibi). Shaolin tapınağından yetişen kahramanımızın, kendisi ile aynı tapınakta yetişen ama öğrendiği tüm değerlere ve inançlarına ihanet ederek yeteneklerini bir suç örgütü kurmak için harcayan adamın peşine düşmesinin üç temel nedeni var: Birincisi tapınaktaki ustasının kendisine bu görevi vermesi (bir bakıma tapınağın intikamının alınması söz konusu), ikincisi ve hikâye için gerekliliği tartışmalı olan ise İngiliz istihbaratının ona bu görevi teklif etmesi (bu, tamamen filmden çıkarılsa hiçbir şey değişmezmiş filmde açıkçası). Üçüncüsü ise Lee’nin canlandırdığı karakterin kız kardeşinin çetenin üyelerinin saldırısı sırasında ellerine düşmemek için kendisini öldürmesinden kaynaklanan kişisel intikam arzusu. Türünün doğası gereği yerini alan bu intikam teması yine tahmin edileceği bir şekilde karşılığını buluyor filmde ve kötü olan cezasını bulurken, hikâyemiz “politik” açıdan mesajını da vermiş oluyor çeşitli unsurları ile.

Evet, “politik” bir film karşımızdaki: Belki bir parça ucuz bir numara ile de olsa, filmin kötü adamı dışındaki üç temel karakterin seçimi filmi bu sıfatla nitelememize imkân sağlayan ilk öğe. Bruce Lee bir Asyalı, temel olarak derdi para kazanmak olsa da kötü adamın teklifini ret ederek bir şer mekanizmasının parçası olmayı kabul etmeyen bir diğer adam siyah ve Lee ile işbirliği yapan bir diğeri de beyaz bir Amerikalı. Kötülüğe karşı kurulan bir “ırklar ittifakı” var karşımızda adeta bir başka ifade ile söylemek gerekirse. Siyah Amerikalının hikâyenin başında karşı karşıya kaldığı polis tacizi ve duyduğu ırkçı ifadeler, aynı karakterin yoksul Hong Konglularla ilgili söyledikleri de filmi politik kulvarına koymamızı destekleyen diğer yanları hikâyenin. İki Amerikalının tanışıklığının Vietnam’a dayandırılması da filmin politik göndermelerinden biri olarak görülebilir kuşkusuz. Bu politikliği bir yana, hikâye oldukça basit, tanıdık ve birkaç sahneye yerleştirilen felsefî söylem de ona pek bir derinlik katmıyor ama zaten böyle bir hedefi de yok filmin.

Başrol oyuncusunun film gösterime girmeden, genç bir yaşta ölmesi ve özellikle A.B.D.’de yüksek bütçeli bir reklâm kampanyasının da etkisi ile, gösterime girdiği tarihin en parlak iş yapan filmlerinden biri olmuştu bu çalışma; özellikle de düşük bir bütçe ile bu başarıyı elde etmesi filmi daha da ilgiye lâyık kılıyor şüphesiz. Bruce Lee elbette sadece ölümü ile değil, ondan çok daha önce karizması ile filmi değerli kılıyor. İyi bir dövüşçü ve iyi bir akrobat olan karakterini bir parça sert ve kasılarak oynuyor belki ama açıkçası tam da bu vücut dili ve yüz ifadesi bugün filmin hatırlanmasını sağlayan unsurlar. Mağara içindeki dövüş sahnesinde 51 rakibinin hakkından tek başına gelmesi, abartılmış ses efektleri ile karşımıza gelen tekme ve yumrukları ve elbette tüm bu dövüş sahnelerinin abartılmamış koreografiler ile elde edilen çarpıcılıkları onun filme büyük katkıları. Senaryoda bu dövüş sahneleri için herhangi bir ifadenin yer almadığı ve “Bruce Lee tarafından sahnelenecektir” cümlesinin yazılı olduğu belirtiliyor ve buradaki başarıyı görünce filmin yönetmenliğini sadece Robert Clouse’un değil, aynı zamanda Lee’nin de üstlenmiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Benzer bir örnekte, “West Side Story – Batı Yakasının Hikâyesi” filminde, yönetmen olarak hem Robert Wise’ın hem de dans ve şarkı sahnelerinin müthiş koreografilerine imza atan Jerome Robbins’in adı yer almıştı örneğin. Zaman zaman yavaşlatılmış gösterimlere de başvurulan bu sahneler filmi hep ayakta tutuyor ve hikâyenin sıradanlığını da unutturuyor sık sık.

Lalo Schifrin’in 1970’lerin havasını taşıyan parlak müzik çalışması, Shen Chien’in başarılı sanat yönetmenliğinin sonucu olan ve James Wong Sun’a ait set tasarımları ve Gill Hubbs’ın görüntülerinin de dikkat çektiği film, kimi unutulmaz sahnelere de sahip. Yüzlerce kişinin karıştığı bir dövüşün parçası olarak başlayan ve epey uzun süren son dövüş sahnesi bu anların başında geliyor elbette. Bu sahnenin aynalarla kaplı bir salonda geçen bölümü ve yine bu sahnenin sonlarına doğru bir yerde, Bruce Lee’nin gövdesinden sızan kana batırdığı parmağını ağzına götürmesi de filmin kült anlarından biri olarak kabul ediliyor bugün. Hikâyesi ile Bond filmlerini hatırlatan çalışmada, Bond’un aksine kahramanımızın kadınlarla pek ilgilenmediğini ve Hong Kong’da geçen filmde karakterlerin İngilizce konuşmasının rahatsız ettiğini de (Batılı karakterlerin olduğu sahnelerde doğal olan bu durum, örneğin açılışta yer alan ve kahramanımızın bağlı olduğu tapınağın rahibi ile konuştuğu sahnede yanlış/komik oluyor; üstelik tüm Hong Konglu figüranlar Kantonca konuşuyor!) belirtelim.

(“Long Zheng Hu Dou” – “Ejderin Üç Fedaisi”)