Buoyancy – Rodd Rathjen (2019)

“Her gün ve her saniye, ölümler ve işkenceler görüyoruz. Gündüzleri bile insanlardan korkar hale geliyorsunuz. Sesinizi duyacak hiç kimse yok. Belgeleriniz yok. Kimse var olduğunuzu bilmiyor. İnsanlara kâbuslarımızdan bahsetmek istiyorum”

On dört yaşındaki Kamboçyalı bir çocuğun iş bulmak umudu ile kaçak olarak girdiği Tayland’da kendisini bir balıkçı teknesinde köle olarak bulmasının hikâyesi.

Rodd Rathjen üç kısa filmden çektiği bu ilk uzun metrajlı çalışmasının senaryosunu da yazmış ve Berlin’de gösterildiği Panorama bölümünde “Ekümenik Jüri Ödülü”nü kazanmış. Festivallerin insan hakları ile ilgili bölümlerinde gösterilen türden bir dürüst film bu ve başrolde sıkı bir performans sunan genç oyuncu Sarm Heng dahil olmak üzere oyuncularının genellikle doğal oyunculukları ile yakaladığı gerçekçi hava sayesinde etkiliyor seyirciyi. Rathjen’in gerçek hikâyelerden esinlenerek oluşturduğu senaryo (yazının girişindeki sözlerin “Sağ kalan isimsiz bir Kamboçyalı”ya ait olduğunu anlıyoruz hikâyenin sonunda) finali ile beklenen sonun dışına çıkıyor ve tam da bu final sayesinde dünyadaki pek çok insan için yaşam koşullarının ne kadar zor olduğunu ve düzen değişmediği sürece de öyle kalacağını ve kötülüklerin önemli bir kaynağının bu düzen olduğunu hatırlatıyor. Büyük bir kısmı tekne üzerinde ve denizde geçen film ana karakter dışındaki bazı karakterleri hak ettikleri kadar tanıtmıyor bize ve hikâye zaman zaman mesajına uygun bir biçimde ilerlediğini gereğinden fazla hissettiriyor ama yine de günümüz dünyasının önemli problemlerini karşımıza getiren bu samimi film yönetmeni Rathjen’in ilk filmi olarak hayli başarılı ve görülmeyi hak ediyor.

Sırtında ağır bir çuval taşıyan on dört yaşındaki Chakra’nın görüntüsü ile açılıyor film. Yanından bisikletleri ile geçen okul kıyafetli çocuklar da giriyor görüntüye ve kahramanımızın bir eşitsizliğin zayıf olan tarafında olduğunu anlıyoruz. Chakra kalabalık bir ailenin çocuğudur ve babasının baskısı ile sürekli olarak çalışmak zorundadır. Babasına karşı çıkmayı denediği bir yer sofrasında araya girmeye çalışan annesine “Neden bu kadar çok çocuk yaptın?” siteminde bulunur Chakra ve arkadaşlarından duyduğunu deneyerek Tayland’a bir fabrikada çalışmak için gitmeyi kafasına koyar. İhtiyaç duyduğu yol parası için borçlanacak ve bir süre ücret almadan çalışacaktır ama kendisini planladığı gibi bir fabrikada değil, şartların çok zor ve patronun acımasız olduğu bir teknede bulur. Hedefi “Bir hiç için bütün hayatı boyunca ailesinin yanında çalışmak yerine Tayland’da birkaç yıl çalışıp para biriktirdiken sonra ülkesine geri dönmek”tir.

Çoğu amatör oyuncularla ve çoğunlukla el kamerası ile çekilen film hikâyesi boyunca belgesel gerçekçiliğine yakın atmosferini koruyor. Kahramanının tüm yolculuğunu onu hep odakta tutarak anlatıyor yönetmen Rathjen ve Chakra üzerinden kölelik, insan kaçakçılığı, zorunlu göçmenlik ve yoksulluk üzerine bir hikâyenin tanığı yapıyor bizi. Yönetmenin özellikle dramatik anların peşine düşmediğini hissetmeniz ve hikâyenin gerçek ögeler üzerine kurulu olduğunu bilmeniz etkileyiciliğini artırıyor filmin ve sergilenen insanlık dışı manzaranın korkunçluğunu çok daha iyi algılamanızı sağlıyor. Teknedeki kölelikten farklı olmayan yaşam koşullarından çalışanların başındaki adamların sınırsız eziyetlerine ve en uç noktalara kadar giden cezalandırma yöntemlerine hikâye çok yüksek bir dram potansiyeline sahip ve Rathjen de bu potansiyeli kullanıyor ama kesinlikle sömürmeden ve dürüst bir şekilde yapıyor bunu. Chakra’nın durumunu kabullenmekten (“Çalışıp borçlarımızı ödemeliyiz”) isyanına uzanan sürecin hikâyesinde fiziksel şiddeti çoğunlukla doğrudan değil, Chakra’nın yüz ifadeleri üzerinden göstermeyi tercih ediyor yönetmen ve bizi sadist cezaların tanığı kılıyor. Film hikâyenin kahramanı için bulunduğu düzendeki tek çıkış yolunun o şiddetin uygulayan tarafında olmak olduğunu ve var ol(a)mayan dayanışmanın sonuçlarını göstererek trajedinin süreceğini de söylüyor sert ve karamsar bir şekilde.

Düş sahnesini de gerçekçiliğini koruyarak anlatan film kapanış jeneriğinde yaklaşık 200 bin erkek ve çocuğun balıkçılık endüstrisinde köle olarak çalıştığının düşünüldüğünü söylüyor. Bu insanların trajedisini sergileyen filmde görüntü yönetmeni Michael Latham’ın kamera çalışması da takdir edilmeyi gerektiriyor. Denizin uçsuz bucaklığının önünde başta Chakra olmak üzere karakterlerin nasıl küçük kaldığını gösteren görüntüler sömürü düzeni karşısında yoksulların çaresizliğini de vurgulamış oluyor böylece. Latham’ın geniş görüntülerinin zaman zaman güzelleşmesi ise trajedinin çarpıcılığının ve bu çaresizliğin boyutunun (ve anlamsızlığının) artmasını sağlıyor. Filmin Avustralyalı bir görüntü yönetmeni olan ve henüz otuz beş yaşındayken hayatını kaybeden Kamboçyalı sinemacı Vanna Seang’a ithaf edilmesi de görüntü çalışmasının başarısının bir uzantısı olarak görülebilir. Bu “iç karartıcı” ve minimalist bir gerilimi içeren hikâyeli filmin başrolündeki Sarm Heng yakın planlarda daha da güçlenen yüz ifadeleri ile az konuşan karakterinin ruh halini çok iyi yansıtırken, teknenin patronunu oynayan Thanawut Kasro senaryonun karakterini bir parça karikatür boyutuna indirgemesi yüzünden abartılı bir performans sergiliyor zaman zaman.

Senaryonun gücünü çoğunlukla, anlattıklarının trajik içeriğine dayanmaktan almakla yetinmesi ve buna ek bir sinema zenginliğini yeterince katamadığını da söylememiz gereken film bu problemine rağmen bir “umudun peşinde koşma ve büyük bir hayal kırıklığını yaşama” hikâyesini özellikle tekne üzerindeki yaşamda kendisini gösteren belgeselvari gerçekçilik ile anlatan önemli bir çalışma ve saygıyı ve ilgiyi hak ediyor.

(“Batmadan”)