“Belki onu mutsuz etmiş olabilirim ama onu öldürmek? Bir azizeyi kim öldürür ki?”
Eşinin, huysuzlukları ile hayatını tam bir cehenneme geçirdiği bir adamın dayanamayacağı bir noktaya gelince yaşananların hikâyesi.
Eserlerinde Arthur Machen adını kullanan Galli yazar Arthur Llewellyn Jones’un 1928’de yayımlanan “The Islington Mystery and Other Stories” adlı öykü kitabına adını veren hikâyeden uyarladığı senaryosunu Luis Alcoriza’nın yazdığı, yönetmenliğini Rogelio A. González’in yaptığı bir Meksika filmi. Korku ve fantastik türdeki eserleri ile bilinen Jones’un hikâyesini kara mizah türünde, alçak gönüllü ve hayli güçlü bir filme dönüştüren González’in yönetmenlik çalışması, baş karakterleri canlandıran Arturo de Córdova ve Amparo Rivelles’in sağlam performansları, Víctor Herrera’nın öyküye çok iyi hizmet eden kontrastı yüksek siyah-beyaz görüntüleri ve Meksika toplumundaki sosyal ikiyüzlülükleri sergilemesi ile bugün kült olan yapıtlardan biri.
Tahnitçi olarak çalışan bir adam Doktor Pablo Morales; zeki, esprili ve iyi yürekli karakterinin tam zıt özellikleri taşıyan bir kadınla evilidir 15 yıldır. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu topallayarak yürüyen kadın hayli dindardır, kocasının yaptığı işten nefret etmektedir ve evliliklerinin bir cehenneme dönüşmesine neden olacak huy ve davranışları ile canından bezdirmektedir adamı. Film Amparo Rivelles’in güçlü performansının da etkisi ile öyle bir kötü kadın resim çiziyor ki adamın hisleri, arzuları ve bunalımı seyirciye de geçiyor kolayca ve tıpkı kocanın kendisi gibi biz de “o kadınsız” bir hayatı özlüyoruz. Sinema tarihinde seyirciyi bir cinayetin gerçekleşmesini bu denli arzu ettirecek çok film yoktur açıkçası; öyle ki rahatlıkla “kadın düşmanı” esprisi yapılabilir bu yapıt için. Elbette film sadece kadının şiddetli huysuzlukları üzerine kurulu değil; İspanyol yönetmen Luis Buñuel’in Meksika sinemasının “Altın Çağı” (Época de Oro del Cine Mexicano) olarak adlandırılan dönemi sırasında ve 1946 – 53 arasında bulunduğu Meksika’da çektiği filmlerde onunla çalışmış olan Luis Alcoriza’nın elinden çıkan bir senaryodan aksi de beklenmemeli zaten. Kadın karakter ve onun kilise cemaatinden arkadaşları üzerinden Meksika orta sınıfının ikiyüzlülüklerine ve kilise kurumuna eleştiri oklarını sıık sık yöneltiyor film mizahî bir şekilde.
“Aksini kim söyledi ki? Bir günahkârın ruhunu kurtarmak bir iguanayı doldurmaktan çok daha karmaşık olsa gerek” diyerek dalga geçiyor tahnitçi Pablo kendisini karısına kötü davrandığı gerekçesi ile eleştiren ve bir din adamı olarak işinin ne kadar güç olduğunu ima eden pederle. Çocuk sevgisinden bifteğini iştahla yemesine, fotoğraf makinesi heyecanından cinsel isteklerine; Pablo’nun sevdiği ve istediği her şeyi eleştiren kadının hiçbir yalandan ve manipülasyondan çekinmemesini Meksika’daki sosyal durumun ve muhafazakârlığın / katolik dindarlığın birey üzerindeki baskılarının sembolü olarak görmek mümkün. Adamın kurtulduğunu hissettiğinde yüzünde beliren mutluluk ve huzur ifadesi ise, bu baskıların nelerin yitirilmesine neden olduğunun bir işareti olarak değerlendirilebilir.
Rogelio A. González filmin önemli bir kısmının tahnitçi dükkânında geçmesinin de desteği ile, öykünün gerektirdiği karanlık atmosferi başarı ile kurmuş ve bu atmosferi küçük ve eğlenceli oyunlarla daha da zenginleştirmiş. Duyguların ve özellikle tekinsizliğin altını çizen kamera açıları, kadını ziyarete gelen peder ve iki kadının kapı önündeki “koreografi”si veya seyirciyi tuzağa düşüren eğlenceli sahneler (örneğin Pablo’nun evdeki hizmetçiye “Fırsatı değerlendirelim” dediği sahne veya tüm mahkeme bölümü) filmin eğlenceli bir kara komedi olmasını sağlıyor. Bu eğlencede özellikle Arturo de Córdova’nın oyunculuğunun önemli bir payı var. Seyirciyi her hareketinde ve düşüncesinde karakterinin yanına çekmeyi başarıyor oyuncu ve örneğin pedere “günah çıkarma” sırasında yaptığı itiraf ile kara mizahın parlak bir gösterisini yapıyor. Bu günah çıkarma sahnesinin mizah içermeyen bir versiyonunun bu filmden yedi yıl önce, Alfred Hitchcock’un 1953 tarihli “I Confess” filminde de karşımıza çıktığını bilecektir has sinefiller.
Amerikan televizyonlarının en başarılı polisiyelerinden biri olan ve bizde de çok sevilerek izlenen, Peter Falk’un canlandırdığı dedektifin adını taşıyan Columbo dizisinin 1976’da yayımlanan bir bölümünde katil ile dedektif arasında şu konuşma geçer: “Ama ben kusursuz bir cinayet işlediğimi düşünmüştüm! / “Kusursuz cinayet mi? Üzgünüm. Kusursuz cinayet diye bir şey yoktur. Sadece bir illüzyondur o”. Rogelio A. González’in filminin odağında işte bu illüzyon var. Arkadaşları ile bir içki sohbetinde onlara her katilin mutlaka bir hata yaptığını ve bunun da korkudan ve gerilimden kaynaklandığını söylüyor Pablo ve bunun yönetilmesi durumunda kusursuz cinayetin mümkün olduğunu iddia ediyor. Gerçekten de kanıtlıyor bu tezini ama öykünün sonu kendisinin de -bizim için- eğlenceli -ve çok geç- bir ders almasını sağlıyor. Pablo’nun “giderken” beraberinde kilise cemaatinin üyelerini de götürmesi ise öykünün mesajına çok uygun ve keyifli bir seçim olmuş kuşkusuz.
Senaryoya kaynaklık eden öykünün yazarı Arthur Machen gerçek bir olaydan ve karakterden esinlenmiş. Eşini öldürme suçu ile Londra’da asılarak idam edilen Amerikalı bir doktorun, Hawley Harvey Crippen’ın hikâyesi bu ve 2009’da yüksek mahkeme bu konudaki bir başvuruyu ret etse de, doktorun eşini öldürmediği iddiasında olanlar var hâlâ. Filmimizdeki doktorun suçu konusunda ise, seyirci açısından böyle bir tereddüt kesinlikle oluşmuyor. Akıllıca yazılmış diyaloglar ve karakterlerin psikolojilerini çok iyi anlamamızı sağlayan eğlenceli sahneleri ile kesinlikle önemli olan film, “idrar kesesi problemi”olan kadın esprisini fazlaca sık kullansa da ve satıcı kadın karakterini öyküde bir bağlama oturtamasa da, Franco rejiminden kaçarak Meksika’da sürgünde yaşayan Luis Alcoriza’nın Bunuel havalı senaryosu ile ilgiyi hak eden bir çalışma.
(“Skeleton of Mrs. Morales”)