Poliziotto Sprint – Stelvio Massi (1977)

“Hiç adam olmadın ama seni adam edeceğime söz veriyorum. Hayatta kalmak istiyorsan, kan kusmasını öğrenmelisin. Sadece konuşmakta iyisin. Çok cesursun ama hepsi o kadar. Müthiş bir sürücü olabilirdin ama pisliğin tekisin; ama ben seni harika bir sürücü yapacağım”

Hızlı araba kullanmaya meraklı ve disiplinsiz bir polisin, sürücülük becerisini gösterebileceği bir vakada görevlendirilmesi ile gelişen olayların hikâyesi.

Gino Capone’nin senaryosundan Stelvio Massi’nin çektiği bir İtalyan filmi. “Poliziotteschi” adı verilen İtalyan usulü suç filmlerinin 1970’lerdeki örneklerinden biri olan film başroldeki Maurizio Merli ile yönetmen Massi’nin toplam altı filmde yaptıkları iş birliğinin ilk örneği olmuştu. Fransız ve Amerikan suç filmlerinden esinlenen “Poliziotteschi” filmleri, 1960’ların ikinci yarısından 70’lerin sonuna kadar İtalya’da hayli popüler olmuştu ve genellikle tek başına çalışan kahramanların yolsuzluk ve organize suç dünyası ile mücadelesini sert sahneler ve işte bu filmde bir örneğini gördüğümüz gibi sıklıkla araba takip sahnelerine bolca yer vererek anlatıyordu. Türün popülerliğinin kaybolmasına paralel olarak sinema kariyeri de düşüşe geçen Merli henüz 49 yaşındayken beklenmedik bir kalp krizi ile hayatını kaybetmişti. Bu film gerçek trafikte çekilmiş havası taşıyan takip sahneleri ile ve Merli’nin varlığı ile çekici olabilecek, hikâyesinde kimi sorunlar olsa da türün popüler örneklerinden biri olarak ilgiyi hak eden, keyifle seyredilip (sonra da muhtemelen unutulacak) bir yapıt.

Genellikle sinema sektöründe yaptığı çalışmalarla tanınan ve kısaca Viostel adı ile tanınan İtalyan besteci Stelvio Cipriani’nin daha ilk notalarını duyar duymaz 1970’leri hissedeceğiniz melodisinin eşlik ettiği açılış jeneriği boyunca, konuşan iki erkeğin sesini duyuyoruz. Adamlardan biri araba kullanma zevkinden hırslı bir şekilde bahsederken, diğeri onu aklı başında olmaya davet ediyor. Kamera onları gösterdiğinde bu adamların bir arabada oturan iki sivil kıyafetli polis olduğunu anlıyoruz. Polislerden daha olgun olanının elinde La Republica gazetesi var ki bugünlerde merkezde bir politika izlese de, o tarihlerde kuruluş dönemlerinde olduğu gibi sol eğilimli bir yayın organıydı bu gazete ve filmde onun seçilmiş olması, o dönem İtalyan sinemacılarının hemen tamamının politik olarak solda durması ile ilgili olsa gerek. Bu açılış sahnesindeki bir soyguncuyu takip bölümü, Merli’nin canlandırdığı Marco Palma karakterini tanımamızı sağlıyor. Kullandığı arabanın yeterince güçlü ve hızlı olmamasından şikâyetçi olan Palma bu takip sırasında amirlerinin talimatlarının dışına çıkıyor ve hem kendisinin hem arabadaki partnerinin hayatını tehlikeye atmaktan çekinmiyor; çünkü o “Sürücü olmak için doğdum ben” düşüncesindedir ve arabalara ve sürücülüğe adeta şehvet dolu bir tutku ile bağlıdır. Gelişen olaylardan sonra atandığı vakada ise karşısında çok becerikli bir başka sürücünün liderliğindeki bir çete vardır ve işte bu sayede filmin önemli bir bölümü Roma caddelerinde ve meydanlarında yaşanan takip anları ile geçecektir.

Gino Capone senaryoyu yazarken 1960’larda Roma’da polislerle suçlular arasındaki gerçek takip olaylarından (örneğin Roma’nın ünlü İspanyol Merdivenleri’nde (Scalinata di Trinità dei Monti) geçen bölüm) ve devriye arabası olarak bir Ferrari kullanan ve hayatını anlatan bir kitap da yazılmış olan gerçek bir polisten (Armando Spatafora) ilham almış. Filmin en çekici yanı da bu takip bölümleri açıkçası; gerçek trafik içinde çekilmiş izlenimi veren ve en azından bir kısmı gerçekten böyle olan bu sahneler günümüzün bol efektli görüntülerinden oldukça uzak bir yerde duruyor ve bu sayede de doğal ve gerçekçi bir görünüm sağlıyor filme. Bu da hayli önemli; çünkü film tüm çekiciliğini bu sahnelerin ve başroldeki Maurizio Merli’nin üzerine kurmuş ve ikincisi en azından bugün yeterince güçlü bir cazibe de sağlamadığı için, dakikalarca süren araba takip bölümlerinin başarısı çok kritik olmuş filmin başarısı için. Ayrıca senaryonun Palma ile amiri arasındaki ilişkiyi hedeflediği karizmatik düzeye taşıyamadığını ve çetenin içine sızma planının seyircide yarattığı beklentiyi karşılayamadığını da göz önüne alırsak, bu aksiyon sahnelerinin önemi daha da artıyor. HiKâyenin kusuru bununla sınırlı değil; örneğin itaatsizliği ile bir ölüme neden olan bir adamın bu suçunun bırakın cezayı, bir araştırmanın konusu bile olmaması da hayli tuhaf. Buna karşılık, her ne kadar bize güçlü bir biçimde yansıtılamamış olsa da, Palma ile amiri arasındaki “baba-oğul” ilişkisi, bir sahnede her ikisinin bir Ferrari ile adeta “orgazm” olarak ilgilenmesi ve babanın başladığını oğlunun bitirmesi temasının hikâyeye ek bir çekicilik kattığını söyleyebiliriz rahatlıkla.

Kahramanımızın bir İtalyan markası olan Ferrari’yi, kötü adamların ise bir Fransız markası olan Citroen’i kullanmasının herhalde yerel seyirci gözetilerek planlanmış hoş bir oyun olduğu filmde tüm takip sahneleri ve Palma’nın pratik yaptığı bölümler “sürüş manyakları”nı tatmin edecek düzeyde. Hikâyenin kötü adamının fırsat varken kaçmak yerine, bir meydan okumayı kabul etmesini görmezden gelmek için de böyle bir tutkuya sahip olmak gerekiyor elbette. Türünün en parlak örneklerinden biri olmasa da, seyirciden belli bir ilgi toplamayı başaran ve belli bir popülariteye ulaşan film, “Poliziotteschi”nin çoğu gereksiz sertliğinden ve çıplaklığından uzak durması gibi bir artısı da var. Palma’nın amiri rolünde Giancarlo Sbragia’nın ve soygun çetesinin liderini oynayan Angelo Infanti’nin karakterlerini sağlam bir şekilde canlandırdığı ve hatta oyunculuk olarak Maurizio Merli’nin önüne geçtikleri film 1970’lerin İtalyan suç filmlerinin meraklıları için öncelikle.

(“Highway Racer”)