“Kızlar neden kötü evlilik yapıyor biliyor musun? Çok fazla kız ve çok az prens var”
Çok zengin bir ailenin tek oğlu ve mirasçısı olan bir playboy’un babasının kendisini zengin bir kız ile evlenmeye zorlaması ile yaşananların hikâyesi.
Amerikalı yönetmen Steve Gordon’un ilk ve tek sinema filmi. Bu filmin gösterime girmesinden 1 yıl sonra henüz 43 yaşındayken ölen Steve Gordon’un çalışması bugün 1980’lerin komedi klasiklerinden biri olarak hatırlanan ve daha çok iki oyuncusunun (kahramanımızı canlandıran Dudley Moore ve uşağını oynayan John Gielgud) performansları ile ayakta kalan bir film. Liza Minelli ise senaryonun kendisine fırsat tanımaması nedeni ile pek kendisini gösteremiyor bu 1930’ların screwball diye adlandırılan komedilerini hatırlatan filmde.
2011 yılında başarısız bir tekrar çevrimi yapılan film zenginlik içinde yetişmiş ve hayatını tam bir playboy olarak geçiren kahramanımızın sevmediği zengin bir kızla evlenmeye zorlanırken yoksul bir kıza aşık olmasını ve bu arada ilk kez çalışmak, başkasının sorumluluğunu üstlenmek ve kendisinden başkasını düşünmek gibi kavramlarla tanışmasını anlatıyor. Elbette tüm bunlar Hollywood kalıpları içinde geliyor karşımıza. Finalde kahramanımızın yaptığı seçim son bir komedi öğesi olarak sunuluyor ama asıl olarak Amerikan sinemasının asla “servet düşmanlığı” yapmayacağının da bir başka örneği oluyor. Tam bir çocuk ruhlu olan kahramanımızın Liza Minelli tarafından canlandırılan karaktere neden veya daha doğrusu hangi özelliklerinden dolayı aşık olduğunu seyirciye ikna edici biçimde anlatamayan senaryo, elle tutulur bir hikâyeden çok Moore ve Gielgud’ın oyunlarına ve özellikle filmin de en ele gelir yanı olan onlar arasındaki ilişkiye ağırlık vermeyi tercih etmiş. Bu ikili arasındaki ilişki (baba-oğul, sahip-uşak veya iki yakın arkadaş) özellikle Gielgud’ın oyunu ile filmin en eğlenceli anlarına kaynaklık ediyor. Yine de uşak karakteri ve özellikle de kahramanımızın büyük annesi oldukça klişe bir şekilde çizilmiş hikâyede. Filmin bu kusuru aslında hemen tüm yan karakterlerde kendisini gösteriyor. Öyle ki bu karakterleri canlandıran oyuncuların tamamı oldukça vasat ve abartılı bir performans sergilemiş görünüyorlar senaryonun bu probleminden dolayı.
Kilisede geçen ve kahramanımızın evlenmek üzere olduğu kızın babasının öfke ile bir bıçağı ele geçirdiği sahne filmin genel komedi havasının dışına çıkan ama öte yandan da keşke film vasat sularda seyretmeyi bırakıp bu tür anlara daha çok ağırlık verseymiş dedirten bir bölüm. Film bunun yerine hemen tamamı Moore’un veya Gielgud’ın ağzından çıkan sözlere ve bu ikili arasındaki sözlü esprilere dayanmayı tercih ediyor. Filmin eleştirilecek bir diğer yanı ise “politik” tutumu; hikâye zenginlik ve yoksulluğa gayet Amerikalı bir yaklaşım içinde sürekli olarak. Kahramanımızın özellikle filmin ilk yarısındaki patavatasızlıklarına insanların katlanmasını onun zenginliğine veren film bunu bir eleştiri hatta komedi konusu bile yapmayıp nerede ise doğal gösteriyor bu durumu. Kaldı ki finaldeki seçim de bu doğal bulunan yaklaşımın sonucu. Amerikan ana akım sinemasının hikâyelerini anlatırken yoksul kesimden ısrarla kaçınması ve onları sadece zenginlerle ilişkileri üzerinden ve zenginlerin dertlerine odaklanarak gündeme getirmesinin tipik örneklerinden biri olan film oyunculukları ve kimi eprileri ile ilgi toplayabilir yine de.