“Dünyanın hâkimi olmak: Hep aynı hayal. Akıl hastaneleri kendisini Napolyon veya Tanrı zannedenlerle dolu”
Kaybolan ajan arkadaşının akıbetini araştırırken, A.B.D.’nin uzay programına zarar vermeye çalışan Doktor No ile karşılaşan James Bond’un hikâyesi.
James Bond serisini başlatan bir klasik. Uyarlandığı ve aynı ismi taşıyan roman, Ian Fleming’in Bond’un macerasını anlattığı altıncı kitabı olsa da sinemaya ilk taşınan eser olma ünvanını taşıyor. Sinemadaki ilk ve kimilerine göre en iyi Bond olan Sean Connery’in bu rolü ilk kez üstlendiği çalışma, Ursula Andress’e de ilk Bond kızı ünvanını getirmişti. Bir Bond filminde ne bulmayı bekliyorsak, hemen tümünün ilk kez karşımıza çıktığı bu film sadece bu özelliği ile bile ve sadece Bondseverlerin değil, tüm sinemaseverlerin görmesi gereken bir çalışma. Klasik olan bir kötü adam karakteri; seksî bir Bond kızı; zekî, cesur, becerikli, seksî ve mizah duygusu da eksik olmayan bir Bond, takip sahneleri, patlamalar, Spectre örgütü, heyecan, gerilim, vs. Ne bekliyorsanız tümü burada ve -elbette gerçekçiliği tartışmalı olsa da- hikâyesi ile izlenmeyi hak ediyor bu ilk Bond filmi.
Bond karakterinin yaratıcısı olan ve 1964 yılında ölen Ian Fleming, Bond filmlerinin sadece ikisini görebilmiş: Biri “Dr. No”, diğeri ise serinin ikinci filmi olan “From Russia with Love – Rusya’dan Sevgilerle”. Fleming, Sean Connery’nin Bond’u oynamasına karşı çıkmış başlarda. Tam bir İngiliz olarak, iyi eğitimli/ince zevkleri olan ve üst sınıfa mensup biri olarak çizdiği karakterin İskoçyalı, kaba ve sert görünümlü ve üstelik işçi sınıfı kökenli biri tarafından canlandırılması doğru gelmemiş yazara, ama filmi gördükten sonra Connery’nin karakterine mükemmel bir uyum gösterdiğini kabul etmiş. Terence Young’un yönettiği, senaryosunu Fleming’in romanından uyarlayarak Richard Maibaum, Johanna Harwood ve Berkely Mather’in yazdığı bu filmde Connery’i gören seyirciler onun bu rol ile kazanacağı ünü ve karakterinin sinemadaki ömrünün bu denli uzun olacağını (2015 yapımı “Spectre” ile 53 yıla ulaşan bir süre bu) tahmin etmemişlerdir herhalde, ama filmden de epey keyif almışlardır muhakkak. Nispeten düşük bir bütçe ile çekilen film, gösterime girdiği tarihte eleştirmenlerin çok fazla beğenisini kazanamasa da, bugün serideki en iyi filmlerden biri olarak kabul ediliyor.
Rolünü yapımcı Albert Broccoli’nin eşinin desteği ve kocasını ikna etmesi sayesinde alan Connery, karaktere damgasını vuran isim oldu şüphesiz ve kendisinden sonra bu rolü kim üstlenirse üstlensin bir şekilde hep onunla karşılaştırılmak durumunda kaldı. Açıkçası Connery de sert görünümlü seksî havası ile rolün kendisinden beklediğini fazalası ile yerine getirdi: Dönemin koşullarına uygun bir seks sembolü olmakla yetinmedi ve karakterini herkesin beğeneceği bir şekilde canlandırmayı başardı. Bir başka ifade ile söylersek, kadınların da erkeklerin de gözünü hiç ayırmadan takip ettiği bir karakter yarattı sinema perdesinde. Karakterini bu denli canlı kılabilmesinde onu kanatları altına alan yönetmen Terence Young’un büyük rolü olduğu ve Connery’i Bond’u nasıl oynaması gerektiği konusunda epey çalıştırdığı söylenir. Bu çalışmanın sonucu çok parlak ve Bond’un sinemada hâlâ yaşayabiliyor olmasında, Connery’in bu karaktere kazandırdıklarının da önemli bir payı olsa gerek.
Sadece bir fotoğrafına bakılarak ilk Bond kızı olmak üzere seçilen ve filmdeki rolü ile Altın Küre’de -Tippi Hedren ve Elke Sommer ile paylaştığı- en iyi yeni kadın oyuncu ödülünü kazanan Ursula Andress’in filme damgasını vurmasının nedeni ise oyunculuğundan çok, Bond’un kendisini ilk gördüğü sahnede, denizden beyaz bikinisi ile çıktığı ve “Under the Mango Tree” adlı şarkıyı söylediği (şarkıyı aslında Diana Coupland söylemiş) anda sahip olduğu cinsel cazibe; sinemanın klasikleri arasına giren bu sahne “Dr. No”nun bugün hâlâ çekiciliğini koruyabilmiş olmasının önemli nedenlerinden biri kuşkusuz.
Bond filmlerinin klasik açılışının da ilk kez göründüğü filmin açılış jeneriğini tasarlayan isim daha sonra da pek çok Bond filminde çalışacak olan Maurice Binder. Farklı ve canlı renklerdeki daire ve karelerden oluşan animasyon ile başlayan jenerik, daha sonra dans eden kadın ve erkek siluetlerine dönüşüyor; bugün için belki hayli basit ama sonraki benzer Bond jeneriklerinin öncülü olarak da çekici bir jenerik bu. Jenerikten sonra seyretmeye başladığımız hikâye, ortadan kaybolan bir İngiliz ajanını ve sekreterine ne olduğunu bulmak için Jamaika’ya gelen Bond’un bu araştırması sırasında karşısına çıkan ve Dr. No adını taşıyan çılgın bir bilim adamının Spectre adlı örgüt adına, A.B.D.’nin uzaya fırlattığı roketleri yörüngesinden saptırmasına engel olma çabasını anlatıyor bize. Bond’un neden bir “00” olduğunu kanıtlayan pek çok sahnede onun zekâsının, becerisinin, cesaretinin, tedbirliliğinin ve ayrıntılara dikkatinin örneklerini izliyoruz. Günümüzdeki Bond filmleri ile kıyaslandığında teknolojiden minimum derecede yararlandığını söylemek gerekiyor bu filmin, öyle ki Bond’un yumrukları tabancasından daha çok konuşuyor nerede ise. Odasına girilip girilmediğini anlamak için o eski “saç teli” numarasını kullanmasının bir başka örneği olduğu bu durum açıkçası o eski klasikllerin tadını getiriyor önümüze. Arabalı takip sahnesinde Connery’nin stüdyoda ve hareket etmeyen bir arabanın içinde olduğu çok açık ve bugünün seyircisi için komik bile görünebilir bu sahne, ama 55 yıl önce ve bugün için komik denecek bir bütçe ile çekildiğini unutmamak gerekiyor filmin. Üstelik bu durumun, günümüzün tüm görkemli efektleri ile kıyaslandığında kesinlikle daha sıcak göründüğü rahatça söylenebilir.
Seksi de işini de iyi yapan Bond’un bu ilk macerası takip sahnesinden sondaki -o günün ölçülerine elbette- görkemli final sahnesine heyecanlı pek çok an içeriyor. Bunun yanında, yönetmen Young, Connery ve Andress ikilisinin cinsel cazibesinden de -yine o günün ölçülerine kuşkusuz- bolca yararlanıyor. Sivrisinek dolu bir nehirden çıktıkları sahnede ikiliyi olabildiğince çıplak göstermesi, (yanlarındaki ve aynı koşullar altındaki adam soyunmaya gerek duymuyor nedense!), final karesinde ikilinin bir tekne içindeki samimiyeti veya radyoaktif maddeden arınmak için zorunlu olarak soyunmalarını örnek göstermek mümkün Young’un bu konudaki çabalarına. Hikâyenin fantastik öğeleri serinin sonraki filmleri ile kıyaslandığında hayli az ve bu da nispeten gereçekçi görünmesini sağlıyor filmin ve Bond karakteri de korkuları, endişeleri ve duygularını bolca göstermesi ile bu gerçekçiliği artırıyor.
Dr. No rolündeki Joseph Wiseman’ın da övgüyü hak ettiği film, bir sonraki “From Russia with Love” kadar parlak olmasa da ve hikâye zaman zaman ilginçliğini yitirip bir parça fazla yumuşak görünse de seriyi açan ilk film olarak bile ilgiyi hak eden bu çalışma kesinlikle iyi bir eğlencelik ve Bond’a yakışan bir sinema eseri.
(“Doktor No”)