Universalove – Thomas Woschitz (2008)

“Lütfen, sizden ricam, hayatınızı benimle geçirir miydiniz?”

Dünyanın altı farklı şehrinden altı farklı aşk hikâyesi.

Avusturyalı yönetmen Thomas Woschitz’den aşkın küreselliği üzerine bir deneme. Bir başka deyiş ile coşkusu, hüznü, kuşkusu ve bazen de ulaşılmazlığı ile aşk üzerine altı küçük hikâye. Woschitz belki de kendi başına altı ayrı kısa film olması gereken çalışmaları bir uzun metrajlı filmde birleştirmiş görünüyor bu eserinde. Bu filminde çoğunlukla televizyon için çekilen film ve dizilerde görev almış ve pek tanınmayan oyuncular ile çalışan yönetmen bu şekilde tüm filmlerin teması olan aşkın sıradan insanlar arasındaki halini anlatmaya soyunmuş gibi. Açılış jeneriğinde film “bir Thomas Woschitz ve Naked Lunch” filmi olarak tanıtılıyor. Bunun da temel nedeni filmin müziklerini yapan grubun başarılı ve en az hikâyelerin kendisi kadar önemli müziğinin bu filmin önemli bir parçası olması ve senaryonun şarkılar ile birlikte yazılması.

Aşkın gizemi ve hissettirdikleri üzrine hikâyeler karşımıza gelenler ama bu altı ayrı hikâyeyi kabaca mutlu ve mutsuz sonları ile ikiye bölmek de mümkün. Altı farklı şehirde geçiyor hikâyelerimiz: Belgrad’daki hikayede sevdiğinin ilgisizliğinden yakınan bir kadın ve kocası, Marsilya’daki hikâyede Arap asıllı ve yasadışı işlere bulaşmış, başı dertte olan bir adamla Fransız sevgilisi arasındaki aşk, Tokyo’daki hikâyede onarılması için kendisine getirilen bir bilgisayardaki video görüntülerine aşık olduğu kadının peşine düşen yalnız bir Japon, Brooklyn’deki hikâyede kız arkadaşının kendisini aldattığından şüphelenen bir taksi şöförü, Rio’daki hikâyede hayranı olduğu bir pembe dizi aktörü ile tesadüfler sonucu tanışan bir kadın ve Lüksemburg’daki hikâyede genç bir erkeğe aşık olan orta yaşlı ve evli bir erkek geliyor karşımıza. Bu hikâyelerin kimi mutlu kimi mutsuz sonları ile gelirken karşımıza, yönetmen Worschitz tümünde serbest stil diyebileceğimiz bir sinema dili ile ve kimi anlarında soyut bir anlatımla aktarmaya çalışmış hikâyelerini. Örneğin Marsilya hikâyesinde zamanın donması veya Lüksemburg hikâyesinde kahramanımızın anıları, tereddütleri ve sıkışıp kalmışlığı bu anlatım tarzının izlerini taşıyorlar ve hayli de etkileyici oluyorlar. Naked Lunch’ın çoğunlukla melankolik tonlar etrafında dönen müziği sıkı müzikseverlerin yakından tanıdığı İzlandalı grup Sigur Ros’u çağrıştırıyor ve hikâye(ler) boyunca müziğin kullanımı çoğunlukla başarılı iken bazı anlarda filmin görsel öğeleri müziğe yeterince hizmet etmiyor gibi görünüyor. Evet görsel öğelerin müziğe desteğinden bahsediyorum çünkü filmin yaratıcısı olarak senaryoyu da yazan yönetmeni kadar Naked Lunch grubunu da kabul etmek gerekiyor.

Dijital olarak çekilen ve özellikle gece sahnelerinde filmin atmosferine hayli uygun bir hava yaratan yüksek grenleri ile bu film yönetmenin el kamerası kullanımı ile de dikkat çekiyor. Altı farklı hikâyesini seksen küsur dakikada anlatan film başlarda sık sık bir hikâyeden diğerine geçişleri ile karakterlerine ısınmamızı ve ne olup bittiğini anlamamızı zorlaştırıyor ve ancak bu altı farklı hikâyenin karakterlerine ısındıkça filme de ısınmaya başlıyorsunuz. Sabırsız seyircileri uzaklaştırabilecek bir tercih bu ve filme de bir parça zarar vermiş. Hikâyelerin içine girdikten sonra oyuncuların başarısı da dikkat çekmeye başlıyor. Öyle büyük oyunculuklar veya gösterişli sözler yok filmde ve işte belki tam da bu nedenle karakterlerinin “sıradanlığına” nüfuz etmeyi başaran oyuncular takdiri hak ediyor. Kalabalık kadronun içinde Belgrad hikâyesindeki Anica Dobra, Lüksemburg bölümündeki Dan Burkarth ve Tokyo hikâyesindeki Kyoichi Komoto öne çıkan isimler olmuşlar. Hikâyelerde öne çıkan bölümler ise hüznü ile Lüksemburg ve trajedisi ile Tokyo bölümleri olmuş.

Belki çok önemli veya sinemasal değeri çok yüksek bir film değil karşımızdaki ama aşk üzerine, aşkın neden olduğu kırılganlıklar üzerine başarılı bir müziğin de destek verdiği farklı bir el alıştırması olarak ilgiye değer. Gece sokaklarda kararsızlık ve korku içinde ama yine de coşkusu ile dolaştırır sizi aşk diyor bu film veya bir büyük şehrin ürkütücü bir kalabalığının ortasında bir anın peşinde koşturur.

(“Evrenselaşk”)