Life During Wartime – Todd Solondz (2009)

“Bir insan eğer canavarsa, bunun için yapabileceği bir şey yoktur”

Mutluluk arayışında yolunu bulmaya çalışan insanların hikâyesi.

Yönetmen Todd Solondz’un 1998 tarihli “Happiness” filminin hikâyesi ve karakterlerine dayanan ama bu kez karakterleri farklı oyuncuların oynadığı film Solondz’un genel tarzına uygun bir şekilde orta sınıftaki insanların sevgi ve mutluluk arayışlarını, tedirginliklerini konu ediniyor ve ilave olarak affetmek ve unutmak kavramlarına odaklanıyor. Film senaryosu ve özellikle diyalogları ile hayli başarılı ve kimi sert konularını ustalıkla ve bilinçli olarak tasarlanmış bir tarafsızlıkla aktarmayı başarıyor.

Baştaki restoran sahnesi ve hemen sonraki birkaç sahnesi ile oldukça başarılı bir açılış yapıyor film. Diyaloglar ustalıkla yazılmış ve en ufak bir fazlalık içermeden karakterlerin ne derdi varsa seyredene tam da olması gerektiği şekilde geçmesini sağlıyor. Örneğin Tarantino filmlerindeki büyük, gösterişli ve sanki özellikle unutulmaz olması için zorlanmış bir havada değil bu diyaloglar ve sahiciliği her sahnede kendisini hissettiriyor. Keyifli bir soundtrack eşliğinde her biri kendine özgü problemleri, sapkınlıkları olan karakterlerin hikâyelerini film suçlamadan, taraf tutmadan ve bu anlamda zaman zaman seyirciye ters gelebilecek ve onu rahatsız edebilecek bir tavırla anlatıyor. Pedofili suçlusu bir adamın da aralarında olduğu karakterlerin olduğu bir hikâyenin affetmek teması etrafında dönüyor olması zor bir seçimi gösteriyor ama yönetmen genel olarak bu zor işin altından ustalıkla kalkmış görünüyor. Solondz kolay olanı yapıp “açık suçlu” olarak görünenlerin üzerine gitmek yerine film boyunca sık sık orta sınıf muhafazakârlığı ile eğlenmeyi seçiyor ve sıradan insanlardaki ikiyüzlülükleri deşifre ediyor.

Filmdeki her bir karakterin hem kendi bencilliklerinden hem kendilerinin ve etrafındakilerin yarattığı sınırlamalardan kaynaklanan problemleri var. Tek bir karakterin bile şu ya da bu biçimde huzurlu bir hayatı yok. Örneğin en masum görünebilecek iki çocuk karakterden biri sakinleştirici kullanırken diğeri “biri kendisine dokunursa çığlık atması gerektiği” öğretildiği için en küçük ve içten bir sevgi gösterisini bile ciddi bir tepki ile karşılıyor. Filmin adındaki savaş hikâye ile pek ilgili değil gibi görünüyor ama yönetmen filmin 11 Eylül travmasını yaşayan sıradan Amerikalıların kuşku, korku ve güvensizlik dolu ortamlarından doğan karakterleri anlattığını söyleyerek bu konuyu açıklık getirmiş.

Başarılı senaryodaki başarılı diyaloglar kadın oyuncular başta olmak üzere etkili oyunculuklarla aktarılıyor seyirciye ve bu anlamda filmin kadrosu tam bir takım oyunu sergiliyor. Bu kadronun desteği ile yönetmen aralarında “gece dolunayda geceliği ile yürüyen kadın” sahnesi gibi az sayıda stilize sahnenin de olduğu başarılı karelerle karakterlerini tüm çıplaklıkları ile karşımıza getirmeyi başarıyor. Belki film öncülü “Happiness” kadar çarpmıyor seyredeni ama politik doğruculuktan uzak tavrı, samimiyeti, sıcak ama tarafsız tutumu ile kesinlikle etkileyici. “Özgürlük ve demokrasi umurumda değil, ben babamı istiyorum” çığlığında olduğu gibi insanın karşılanmayan temel ihtiyaçlarının bireyleri nasıl mutsuz ve tedirgin yaratıklar haline soktuğunu ve affetmenin ya da affedilmeyi hak etmenin karmaşıklığını seyiciyi farkında olmadan düşünmeye zorlayan bir şekilde getiriyor karşımıza.

(“Savaş Sırasında Yaşam”)